Cumhuriyet sporunda bir zafer abidesi
Edebiyata ilkin Ankara’nın yoksul kenar mahallelerini, gecekonduları anlatan romanlarla, öykülerle başladım. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, sonra Veresiye Defteri… Gecekondu çevrelerini anlattığım bu üç kitabımdan sonra bazı yazar arkadaşlarım bana “Gecekondu Ağası” diye takılmaya başladılar. İlginç olaylar görüyordum gecekondularda, bunların çoğunu aile olarak yaşıyorduk, edebiyatta işlenmemiş öyküler dinliyordum. Özellikle de gecekondu yıkımları beni çok etkiliyordu. Adı bilinmeyen tepelerde bir anda adı sanı bilinmeyen gecekondu mahalleleri ortaya çıkıyordu. Semtinizin adı yok, sokağınızın adı yok, kapınızın numarası yok. Bir adres bile uyduramıyorsunuz kendinize. 1960’lı yıllarda edebiyatımız gecekondulara uzaktı, köy edebiyatı modaydı. Yaşadığım, tanığı olduğum olaylara baktıkça, şunları Aziz Nesin yazsa, Orhan Kemal yazsa diyordum.
Aradığım, görmek istediğim gerçek gecekondu dünyası henüz yoktu romanlarımızda.
Sen yaz dedim kendi kendime.
Yazmaya başladım. Sözünü ettiğim kitaplarımla gecekonduları içerden göstermeye çalıştım, ilk ödüllerimi de bu kitaplarımla aldım. “Gecekondu Ağalığı” şakaydı elbette, ama hoşuma da gitmişti.
Son zamanlarda başka bir konuya yöneldim. Yazarlığım Gecekondu Ağalığı’ndan Güreş Ağalığı’na doğru evrildi. Gene yaşadıklarım, yeniyetmeliğim, delikanlılığım da var yazdıklarımda. Bazı kitaplarımın hayalleri çok eskilere gider, yazıldıkları tarihlerden epey eskilere gider. Bu yeni romanlarım da öyle... 1980 yılıydı sanırım, “Şampiyon” diye bir boksörün yaşamını anlatan, çok da ses getiren bir film izlemiştik. Sinemadan gözlerim dolu dolu çıkmıştım. Etkilenmiştim. İlk kitabım Çürük Kapı o günlerde basılmıştı. Bizde de ne çok şampiyon vardı, Yaşar Doğu’larımız, Celal Atik’lerimiz olmuştu, neden hiçbirinin filmi yapılmadı, romanı yazılmadı sorusunu sormaya başladım. Bir zamanlar kahraman gibi görülen bu şampiyonlarımız ne edebiyatta, ne sinemada yer bulabilmişlerdi. Yaşar Doğu’nun, Celal Atik’in,........
© Aydınlık
visit website