Karadeniz’in hamsileri de fotoğraflarda kalmasın!
YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Karasal alanda Trabzon’un ‘Arapzon’ olmasına yol açan süreç, denizel alanda da Kızıldeniz yoluyla Arabistan kıyılarından gelen türlerin giderek yaygınlaşmasıyla sürüyor…
Kıyısında yaşadığı denize yabancılaşan bir bireyin balığı sadece tavada ya da ızgarada görmesinin önüne başka türlü geçemezsiniz. Çünkü Karadeniz sadece bir deniz değil. Çevresinde yaşayan 160 milyon insan için kimliğinin önemli bir parçası. Bu, Türkiye için çok daha belirleyici bir etki. Bu bilinç ve çabayla Karadeniz’in geçmişteki bolluk ve bereketini kısa sürede geri getiremeyiz ancak gelecekte daha uzun süre nefes almasını sağlayabiliriz. Aksi halde tıpkı mersin balıkları ve yunuslar gibi hamsiler nesli tükenme tehdidi altında türler arasına girecek ve yalnızca fotoğraflarıyla avunur hale geleceğiz…
Türkiye’de tükettiğimiz her dört balıktan üçü Karadeniz’den geliyor. Bir başka deyişle Türk halkının ucuz ve kaliteli protein kaynağının önemli bir kısmı Karadeniz’den… Tek başına insan açısından bu ‘çıkarcı’ bakış bile Karadeniz’in neden önemli olduğunu anlatmaya yeter. Ama bundan çok daha fazlası var…
HEM HEPSİ HEM DAHA FAZLASI
Milyonlarca yıl önce Aral ile Avrupa arasındaki coğrafyayı kaplayan Paratetis Denizi’nin bir parçası olan, zamanla Hazar Denizi ile Urmiye ve Aral gölleriyle ayrışarak bugünkü şeklini alan Karadeniz, Türkiye’nin de içinde olduğu ülkeler için yaşamsal önemde. Etrafını çevreleyen kentlerde yaşayan milyonlarca insan için elini uzatıp karnını doyurduğu büyük bir yer sofrası gibi. Yalnızca barındırdığı balık çeşitliliği ile değil, binlerce yıldır kıyılarında gelişen pek çok kent ile de önemli bir yaşam ve kültür havzası. Karayolu ulaşımının bugünkü gibi yaygın olmadığı dönemlerde Karadeniz önemli bir suyolu olarak öne çıkıyordu. Bugün sadece Temel fıkralarına indirgenen Karadeniz; mısır ekmeği, fındık, taka adı verilen balıkçı tekneleri, hamsi tava ve karalahana çorbasıyla özetlenebilecek bir kültür havzası değil. Hem bunların hepsi, hem daha fazlası var. Örneğin Trabzon 19. Yüzyılda Avrupa ile Kafkaslar ve İran-Hazar coğrafyası arasında bir köprü, ticaret ve kültür merkezi konumundaydı.
ROMA’NIN DÜŞMANI BÜYÜK MİTRİDATES
Antik çağın ünlü Kinik filozofu Diyojen’in memleketi olan Sinop da önemli bir kentti. Miletli kolonistlerin Karadeniz kıyılarında kurduğu kentlere zamanla Romalıların geliştirdiği kentler eklendi. Yunan ve Romalı işgalciler tarafından ‘barbar’ olarak anılan Karadeniz’in yerli halklarının savaşçı ruhu, zamanla Romalılara karşı uzun süre savaşarak ve Anadolu birliğini sağlamaya çalışan Pontus Kralı Büyük Mitridates’in (M.Ö 135-63) kişiliğinde hayat bulmuştur. Roma’nın büyük düşmanı olarak anılan Mitridates’in etkin olduğu dönem içerisinde bir iç Karadeniz kenti olan Amasya’da doğan ünlü coğrafyacı Strabon da bölgenin geçmişini özetleyen tarihi karakterlerden biridir.
NE GELENLER MİSAFİRDİ NE DE YERLİ HALKLAR VAHŞİ
Zümrüt ormanları, bereketli ovaları, verimli üzüm bağları ve her zaman hayvan sürülerinin dolaştığı mera ve yaylalarıyla Kapadokya ile Karadeniz arasındaki coğrafya hep davetsiz misafirleri kendisine çekti. Kimi macera için, kimi maden aramak ya da yeni koloniler kurmak için, kimi de sadece yağmalamak için geldi. Gelenlerin hiç alışık olmadığı biçimde ağaç kulelerin üzerinde yaşayan yerli halkların ‘dışarıdan’ gelen bu maceraperestlere yönelik tepkisi, “misafir sevmeyen vahşiler” olarak kaydoldu eski kaynaklara. Oysa ne gelenler misafir, ne de yerli halklar vahşiydi…
BİR BİYOLOJİK SİLAH OLARAK DELİ BAL
Hititler döneminde Karadeniz’in iç kesimlerine hâkim olan Kaşkalar’dan Makronlara, Mossyneklerden Kolkhisli’lere birçok yerel halkın adı bugün büyük ölçüde unutulup gitti. Bazı kaynaklar Mossynekler’in Romalı askerleri deli bal kullanarak etkisiz hale getirdiklerini aktarırken, aynı şekilde Karadeniz coğrafyasında deli bal ile tanışan Hellenlerin de balın sarhoş edici etkisiyle bayıldıklarını kaydeder. Karadeniz dağlarında yetişen kumar çiçeklerinden üretilen ballar hala delidir ve insanı delirtir…
AĞLAYAN ÇAYIR: KARADENİZ’DE GÖÇ VE SÜRGÜN ÖYKÜSÜ
Yalnızca Anadolu’nun Karadeniz kıyıları değil, doğu, batı ve kuzey kıyılarında da binlerce yıldır zengin bir uygarlık öyküsü yazıldı. Ünlü yönetmen Theo Angelopulos’un 2004 yılında çektiği Ağlayan Çayır, günümüzde Ukrayna’nın Karadeniz kıyısında bulunan Odessa kentinden yaşayan Rumların Bolşevik devrimi sonrasındaki sürgüne gönderilmesine ve dramatik göç yolculuğuna odaklanır.
RİZE’DEN BATUM’A, SİNOP’TAN KIRIM’A KADİM BİR KÜLTÜR YOLU
Köstence’den Batum’a, Varna’dan Soçi’ye, Samsun’dan Yalta’ya, Sudak’tan Rize’ye Karadeniz’i çevreleyen onlarca kent bu köklü kültür havuzunun bir parçasıdır. Sebahattin Ali’nin ‘Köstence Güzellik Kraliçesi’ adını taşıyan öyküsü, 20 yüzyılın başlarında Karadeniz kentlerinin arasındaki kültürel ilişkinin etkilerine işaret eder. Rize’den Batum’a, Sinop’tan Kırım’a sürüp giden deniz yolculukları, denizin her iki kıyısındaki dilleri ve kültürleri de karşılıklı olarak taşıyıp durdu. Hemşinli pastacılar da, Trabzonlu yapı ustaları da bu kültürel coğrafyanın iki yakası arasında gidip geldi. Siyasi sınırlar değişse de tarihi ve kültürel coğrafyanın hafızasındaki izler uzun süre canlılığını korudu. Bu canlılık soğuk savaş döneminde kesintiye uğrasa da 1990’lardan sonra bavul ticareti ve ‘Nataşa’ turizmi, son 15-20 yıldır ise ‘bayi toplantısı’ ve eğlence turizmi ile sürüp gidiyor.
TRABZON’DAN ‘ARAPZON’A GİDEN SÜREÇ
Bir zamanlar Karadeniz’in en ilgi çekici kentlerinden biri olan........
© Açık Gazete
visit website