Bu iktidar bloğu Kürt Sorununu çözmek ister mi?
Mecburî bir açıklama ile başlayayım: İktidar bloğu derken Cumhur İttifakı’nı kastetmiyorum: Onu da içine alan, daha geniş, daha gevşek bir ittifak, bir blok, iktidar bloku. Cumhur İttifakı (yani iktidar bloğunun siyasal alanı) bu bloğun bir parçası ama farklı sermaye fraksiyonlarını -ki, malum, burjuvazi de homojen değil- ve bürokrasiyi de heybemize koymalı; bunlar arsındaki dinamik ilişkiyi odağımıza almalıyız, iktidar bloğu üzerine düşünürken. Türkiye’nin dünya kapitalizmine entegrasyon biçimini ve sermaye birikim rejimini de unutmamak lazım.
Başınızı şişirmeyeyim bu doktora dersi tartışmaları ile ama yine de unutmadan eklemek isterim ki -Nicos Poulantzas’ın da altını çizdiği gibi- bir iktidar bloğunun karakteristik ve tipik konfigürasyonu, üç önemli faktörün somut kombinasyonuna yani hem blok içerisinde hegemonyayı somut olarak bir arada tutan sınıf ya da fraksiyona hem bloğa katılan sınıf ya da fraksiyonlara ve hem de hegemonyanın aldığı biçimlere, bir başka deyişle, iktidar bloğu içerisindeki güçlerin somut ilişkisinin ve çelişkilerinin yapısına göre şekillenmektedir. Bu konfigürasyon değişti mi devlet biçimi de -devletin, ekonomik toplumsal ilişkilerle olan bağı da- değişir.(1)
İktidar bloğu içindeki ilişkilerin dinamik bir karaktere sahip olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Ha keza, bloğu teşkil eden unsurlar arasında bir Katolik nikahı da yok; çıkarları değişebiliyor, çatışabiliyor; aralarındaki ilişkiler de eşit bir düzlemde cereyan etmiyor. Nitekim siyasî aktörlerin, bloğun diğer kurucu ortağı sermaye fraksiyonunun ihtiyaçlarını gözetmesi, her daim bir orta yol bulması da bloğun bekası için elzem. Bloğun bekası sağlanamayınca hegemonya krizi, hegemonya krizi çıktımı da iktidar bloğunun ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü - isterseniz buna iktidar bloğunun, tâbî sınıf ve toplumsal gruplardan rıza devşirme kapasite ve becerisi diyelim- sağlamak da zorlaşıyor.
Ümit Akçay Hoca “2013 sonrası süreçte reistokrasiye -Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne- geçiş ile kurumsallaşan otoriterleşme sürecinin temel dinamiğinin ekonomik büyümenin yavaşlaması, yani neoliberal popülizm stratejisinin tıkanması olduğunun altını çiziyor. Ona göre, başından itibaren bir büyüme koalisyonu olan AKP’nin ilk kez ekonomik yavaşlama ile karşılaştığı bu konjonktür, aynı zamanda AKP’nin sosyal koalisyonlar kurma kapasitesinin da daraldığı yıllar olmuştur. 2013 sonrası dönemde siyasî otoriterleşme ile birikim modeli krizi birbirlerini besleyerek ilerliyorlar.
Çözüm Süreci’nin kuvveden fiile geçtiği yıllar da bu yıllardı. Tanzimat’tan (1839) sonra şekillenmeye başlayan Kürt Sorunu, son evresine 15 Ağustos 1984’teki Eruh Baskını ile girmişti. 40 yıldan bu yana devam eden bu evrede iktidar blokları değişti, bu bloklar içindeki siyasî iktidarlar değişti; “mübalağa cenk olundu”, on binlerce insan öldü ama devletin Kürt Sorunu’na bakışı çok da fazla değişmedi. O günlerden bu günlere, “Yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını” derdim ama ne yenen oldu ne de yenilen bu 40 yıllık arbedede; devlet hep güvenlikçi politikalar ve terörle mücadele gözlükleriyle baka geldi soruna; ta ki 2013’e kadar.
Beraber hatırlayalım: Devletin, Kürt Sorunu’nu terörle mücadele dışında bir noktada ele almasına, çözmeye çalışmasına dayanan temel stratejik dönüşümün ilk izleri 2009 yılı başlarında görülmeye başlandı. 24 Mart’ta, İran seyahati sırasında, uçakta basının sorularını yanıtlayan dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kuzey Irak’ı kastederek “Kürdistan” ifadesini kullanır ve "Kürt Sorunu’nda iyi şeyler olacağını[n]" altını çizer. Mayıs ayında Çek Cumhuriyeti'ndeki Prag Zirvesi’nden dönerken yine uçakta........
© Gazete Duvar
visit website