menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yalnız mısınız yoksa tek başına mı?

12 0
23.11.2025

Yalnızlık çoğu insanın zihninde aynı soruyu dolaştırır: Benim sorunum ne? Oysa çoğu zaman sorun kişide değil, onu çevreleyen bağlamdadır. İlişkilerin biçimi, hız, beklentiler, kültürel idealler… Hepsi bu bağlamın tuğlaları. Bu yüzden yalnızlık sadece bir duygu değil, psikolojinin, sosyolojinin ve sanatın ortak konusu, çok katmanlı bir deneyim.

Yalnız hissetmek, yalnızlık ve tek başınalık çoğu zaman aynı kelimeler gibi kullanılır, ama insanın iç dünyasında üç ayrı kapı açar.

Yalnız hissetmek anlık bir eksiklik sesi gibidir. Yalnızlık bunun kalıcılaşmış bir iç iklimi.

Tek başınalık ise çoğu zaman isteyerek seçilen ve insanı besleyebilen daha geniş bir alan.

Ve bütün bunların üzerinde dolaşan daha derin bir titreşim var: Yalnız kalmaktan korkmak.

Bu üç deneyimin ilk halkası yalnız hissetmektir. Yalnız hissetmek için insanın içinden yükselen bilinmez bir eksikliğin çığlığıdır demek yanlış olmaz.

Psikolojide yalnızlık duygusu öznel bir deneyim olarak tanımlanır. Kalabalığın ortasında da doğa yürüyüşünde de hissedilebilir.

John Cacioppo bunu kişi sayısından çok ilişkilerin niteliğine bağlar. İnsan bazen yanında olanlardan çok yanında olmayanları hisseder.

Baumeister ve Leary aidiyetin temel bir psikolojik ihtiyaç olduğunu söyler. Bu yüzden yalnız hissetmek bu ihtiyacın karşılanmadığını bildiren içsel bir alarm gibidir.

Evrimsel psikolojiye göre bu duygu köklüdür; atalarımız için gruptan uzak kalmak hayatta kalmayı tehdit ederdi. Bu nedenle yalnızlık duygusu insan için kaygıyı tetikleyebilir ve daha zorlayıcı bir hale bürünebilir.

Yalnız hissetmek ile gerçekten yalnız olmak aynı şey değil. Sosyal psikolojinin ‘algılanan sosyal destek‘ kavramı çevremizdeki kişi sayısından çok güven duygusunun belirleyici olduğunu anlatır. Tek başına yaşayan biri hayatında en az bir ya da iki kişiye içsel bağlılık hissediyorsa daha güvende olabilir. Öte yandan kalabalıklar içinde görünmez hisseden biri yalnızlığın en keskin halini yaşar.

Bu duygu görünmezlik ve değersizlik düşünceleriyle de birleşebilir. Özellikle tutarsız bakım verenlerle büyüyen kişilerde bu his daha belirgindir. Bowlby’nin bağlanma kuramına göre çocuklukta oluşan ilişki şablonları yetişkinlikte de yankılanır. Bu nedenle yalnızlık hissi bazen bugünün değil, geçmişteki bir yaranın bugüne düşen gölgesidir.

Bu duygudan daha geniş ve kalıcı bir alana geçtiğimizde karşımıza yalnızlık çıkar. Artık bir anlık rüzgar değil, kişinin iç dünyasının iklimidir.

‘Yalnız hissediyorum‘ geçici bir duygudur. ‘Yalnızım’ ise yerleşmiş bir haldir. Yalnızlık zamanla içsel bir iklime dönüşür. Klinik psikolojide kronik yalnızlık depresyon ve anksiyete ile ilişkilendirilir. Uzadıkça bağışıklık sistemini zayıflatabilir, uyku düzenini bozabilir ve fiziksel enerjiyi düşürebilir. Yalnızlık çoğu zaman insanın içsel kaynaklarını tüketir, duygusal sesini kısar ve yaşam enerjisini gölgeleyen bir ağırlık yaratır.

Bu iç iklim yoğunlaştığında kişi kendine ‘yalnız insan‘ rolü verebilir. Bu rol bazen koruyucu bir........

© Diken