menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dünden Bugüne ‘Al İşte İstanbul’ (4): 'Turistik' fiyata kent manzarası ve makyajlı binalar

13 1
yesterday

Diğer

Konuk Yazar

25 Aralık 2025

Fotoğraflar: Mustafa Çakırtaş

Yeraltı Camii, Karaköy iskelesine paralel Karantina sokağında yer alıyor. Dışardan bakıldığında küçük bir mescit izlenimi yaratsa da merdivenlerden inip, içine girdiğimizde bambaşka bir ortamla karşılaşıyoruz; adeta bir camiye değil de büyük bir mahzene girmiş gibi hissediyoruz. Ancak içeride okunan Kur’an, bizi kendimize getiriyor ve camide olduğunuz gerçeğini fark ediyoruz. Çetin Altan, İstanbul’un değişmeden günümüze ulaşan nadir yerlerinden biri olan bu camiyi şöyle tanımlar:

“Yeryüzünün belki ele en ilginç cami olan Yeraltı Camii de burada. Kemer bir kapıdan, çok büyük bir mahzene girilir gibi giriliyor camiye... En sıcak günde bile serin mi serin cami... Çok yüksek olmayan oyuklu, kemerli, kubbeli, taş mahzen tavanları... Ve gerçekten alabildiğine büyük bir cami...”

Caminin kalın sütunları arasında dolaşırken iki türbe ile karşılaşıyoruz. İçlerinde üç sanduka bulunuyor. Bunların, Emeviler döneminde İstanbul kuşatmasına katılan sahabelerden Amr bin As, Vehb bin Hüseyra, Sufyan ibni Uyeyne’ye ait olduklarını öğreniyoruz. Başlangıçta bir Bizans mahzeni olarak kullanılan bu yer, mahzende yatır olduğu anlaşılınca 1752 yılında I.Mahmut tarafından camiye dönüştürülmüş.

Caminin iki kapısı var. Birinden girip diğerinden çıkıyoruz. Çetin Altan bu sokağı şöyle tanımlıyor:

“Sokağın kokusu feci şekilde genzimizi yaktı. Keskin bir sidik kokusuyla duman duman cızbız köfte kokusu birbiriyle yarış ediyor, fakat sidik kokusu köfte kokusunu iki-bir bastırıyordu.”

Ancak bugün bu bölge oldukça gelişmiş durumda. Sokak kurumsal işletmelerle dolu oldukça temiz.

Turistlerin güvenle dolaştıkları, alışveriş yaptıkları bir yere dönüşmüş. Karaköy’den Tophane’ye kadar olan alan, kafeleri ve restoranlarıyla Paris ve Londra’nın sokakları ile yarışır hale gelmiş.

Yeraltı Camii'nden çıkınca, biz de ustaları takip ederek, Kemankeş Kara Mustafa Camii’ne geçiyoruz. Yeraltı Camii’nin aksine, bu camiye merdiven çıkılarak giriliyor. Camini kısa tarihçesi şöyle: Ceneviz idaresi döneminde San Antonio Kilisesi olarak yapılan bu yapı, 1606 yılında Hristiyanlardan alınmış ve bir süre sonra Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülmüş. Caminin kapısında 1771 tarihi yazar, bu da yapılış tarihi olarak kabul edilir. Merdivenlerden çıktığınızda önce bir avluya ulaşırsınız. Burada erkekler ve kadınlar için iki ayrı kapı bulunmakta. İç kısım oldukça aydınlık.

Çetin Altan’ın ayak izlerini takip etmeye devam ediyoruz ve rotamızı Karaköy ile Şişhane’yi birbirine bağlayan Bankalar Caddesi’ne çeviriyoruz. Çetin usta burada ilk olarak Saint-Pierre Hanı’nı ziyaret ediyor. Ünlü Fransız ozanı Andre Chenier bu handa doğmuş. Çetin Altan hanının, değişik işler yapan atölyeler tarafından kullanıldığını anlatmış. Hanla ilgili şu satırları yazmış:

“Hanın ön cephesine “André Chenier 30 Ekim 1762'de bu binada doğmuştur.” diye Fransızca bir plaka konmuştu.

Bir an gözlerim daldı. Babası İstanbul'a yerleşmiş bir kumaşçı olduğu için burada doğmuş olan Chenier'nin 35 yaşındayken Fransız devriminde kafası kesilmişti. Onun cellata verilmeden önce yattığı Conciergerie zindanını da biliyordum. Son mısralarını bu zindanın duvarlarına yazmış ve mısra celladın gelmesiyle yarım kalmıştı. Fransız edebiyatının en büyük ozanlarından biriydi.

Handaki bir atölyeye girdik. Atölyenin sahibi kendisine ait kısmı gezdirdi. Taş merdivenlerden mahzenlere indirdi bizi. Hanın asıl sahibi olan Fransız kilisesine bin lira para veriyordu. Kirayı toplamaya gelen yaşlı papaz, azıcık da rüşvet alıyorduBöyle kemerli, mahzenli tarihi yerleri başka ülkelerde lokanta falan yaparlardı. Bizde ise özgürlük içinde kalkınma sonucu, hepsi atölye, depo, ardiye oluyor ve makineler bu eski binaları zangırdata zangırdata temelinden sarsmaya başlıyordu. Chenier'nin zindanının duvarına yazarken bitiremediği şiirinin son mısralarını mırıldanarak çıktım handan:

‘Güzel bir günün sonunu kıpırdatan, sonuncu bir rüzgâr gibi, sonuncu bir ışık gibi, idam sehpasının altında hâlâ sazım elimde.

Neredeyse belki de geldi sıram.

Gölgelerin siyah yoldaşı, ölüm habercisi, sersefil neferlerin önünde, uzun karanlık koridorlar boyunca çağıracak adımı.’

Ve tam o sırada çağırmışlardı adını, bundan 207 yıl önce İstanbul'da şimdiki Saint-Pierre Hanı'nda doğmuş olan Chenier'nin.”

Elimizdeki bilgilere göre, bu han 1732 yılında Fransız Ticaret Temsilciliği ve lojman olarak inşa edilmiş. 1770 yılındaki bir yangında zarar görmüş ve 1771’de Fransa'nın İstanbul Büyükelçisi Saint-Priest Kontu François-Emmanuel Guignard tarafından aynı yerde kâgir bir bina olarak restore edilmiş. 1856-1893 yıllarında Osmanlı Bankası'na ev sahipliği yapan bu bina, daha sonra Konstantiniye Barosu ve İtalyan Ticaret Odası’na da hizmet vermiş.

Son yıllarda bakımsız olan ve torna atölyeleri barındıran yapı, 2011’de Bahçeşehir Üniversitesi’ne devredilmiş. 2021’de ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından restorasyon çalışmalarına alınmış. Ziyaretimiz sırasında da restorasyon devam etmekteydi. İBB’ye ile ilgili yasal operasyonlar bu restorasyonun uzamasına neden........

© T24