Kime göre eski, kime göre yeni?
Çin ve Rusya, 20. asrın en sıra dışı rejimini yâni komünizmi idârî şekil olarak aldı. Genelde dinlere savaş açtılar, ibâdethâneleri baskı altına aldılar ve diğer devletlerle iletişimi asgarî seviyeye indirdiler; fakat alfabelerini değiştirmediler ve dile de müdâhale etmediler. Esâsında eski diye bir kavram oluşmayıp sâdece medenî temâyüllerde birtakım farklı metotlar gelişmiştir. Bunun en büyük sebebi de kültür altyapısının değişmeyerek medeniyetin tekâmülünde bir aktör olmasına bağlıdır. Bizde Tanzîmat’la başlayan yenileşme 1839’dan 1920’ye kadar tam bir bocalama dönemidir. Yeni yapılanmalar bir temel ararken eskiyi hep yok sayarlar. Bizde bu yapılanmadaki hatâ başlangıcı 1839 Tanzîmât sonrasıdır. Hâlbuki klâsik medeniyetler hep eski temeller üzerine binâ edilmiştir. Esâsında eski diye bir kavram oluşmayıp sâdece medenî temâyüllerde birtakım farklı metotlar gelişmiştir. Bunun en büyük sebebi de kültür altyapısının değişmeyerek medeniyetin tekâmülünde bir aktör olmasına bağlıdır. Millî tezâhürler, coğrafî değişmeler, istilâlar ve yıkımlar içinde sıkıntılı dönemler geçirirler. Fakat bir milleti tamâmen yok etmedikten sonra binlerce yıldır oluşan kültürü yok etmek mümkün değildir. Çin, Îran, Mısır ve Hindistan gibi devletler binlerce yıllık kültür altyapısını koruyarak yeni dünyadaki yerlerini aldılar. Hâlbuki bunların hepsi çok büyük değişmeler geçirdiler. Fakat bunların hiçbiri aslî kültürlerinden kopmadı. Çin ve Rusya, 20. asrın en sıra dışı rejimini yâni komünizmi idârî şekil olarak aldı. Normal bir demokratik rejim olmayan komünizm, tabîî ki ihtilâller sonucu yerleşir. Bu devletlerde de böyle oldu. Genelde dinlere savaş açtılar, ibâdethâneleri baskı altına aldılar, diğer devletlerle iletişimi asgarî seviyeye indirdiler; fakat alfabelerini değiştirmediler ve dile de müdâhale etmediler. Mao, Çin’de Batı klâsik eserlerine savaş açtı. Hattâ onları nişan talimgâhında hedef tahtasına bile koydu. Moğolların, Hülâgu’nun Bağdat kütüphânelerinde yaptığı yıkımı ülkesinde Batı eserleri için uyguladı. Fakat Çin’de dînî, kültürel, mistik kültür altyapıyı oluşturan Taoizm’e dokunmadı. Taoizm antik Çin’de ortaya çıkan ve temeli Dao De Jing’e dayanan bir öğretidir. Bu inanış dünyâ işleriyle fazla uğraşmaz. Yine Çin’e ait olan Konfüçyanizm’de sosyal düzen âile ve ahlâkî değerler ağır basar. İkisi de Çin kültürüne âittir. Her şeyi altüst eden Mao, bu temel alt kültür argümanlarıyla fazla oynamadı. Aynı rejime ihtilâlle geçiş yapan Rusya Batı’ya karşı hem mesâfeli hem de temkinli durdu. Kuzey ve Doğu Avrupa’yı askerî metotlarla istilâ edip onları komünist blok ülkelerine dâhil etti. Artık Çekoslovakya, Polonya, Doğu Almanya, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan CCCP’nin uydusu hâline geldiler. Çoğu Ortodoks ve Slav olan, Kiril’i alfabe olarak kullanan bu devletler askerî emperyalizmin baskısı altında hürriyetlerini kaybettiler, ama dînî ve kültürel alanda pek fazla etkilenmediler. Ekonomi parkurunda asra hiç de uymayan Marksizm’in yıllarca çilesini çektiler. Berlin Duvarı yıkılınca Batı Almanya ile komünist Doğu Almanya arasındaki ekonomik uçurum, bu rejimin ideolojik ve yayılmacı bir sistem olduğunu da gösterdi. Komünist blok ülkeleri “Orak-Çekici” sembol olarak kullandılar. Yönetim sistemleri “Halk Cumhûriyeti” oldu. Millî kültürün ilk tezâhürü 1956’daki Macaristan’da Sovyetler Birliği destekli Stalinist hükûmete karşıydı. Tabîî ki bu direniş kısa bir süre sonra kanlı bir şekilde bastırıldı. 150 bin Macar yurt dışına kaçtı. Çarlık Rusya döneminin en önemli sanatçıları komünist rejime rağmen değer kaybetmediler. Bayrakları marşları değişti; alfabeleri, dilleri, klasik kültürleri değişmedi. 1821 doğumlu Çarlık Rusya sanatçısı büyük romancı Dostoyevski yine aynı değerdeydi. Aynı şekilde 1799 doğumlu Puşkin de 1809 doğumlu Gogol da edebî ve roman sanatı değerlerini bu rejimde de kaybetmedi. 1840 doğumlu Çaykovski, Sergey Rahmaninof da müzikte Komünist Rusya’nın da iftihârıydı. Bizde Tanzîmat’la başlayan yenileşme 1839’dan 1920’ye kadar tam bir bocalama, sınama yanılma dönemidir. Batılı olalım, tamam da bunca yıllık târihî ve edebî müktesebâtı ne yapacağız diye düşünmediler bile. Yeni edebî türler deneyen edipler hâlâ dîvân nazım tekniklerini kullanıyorlardı. Batılı olmaya çalışıyorlardı ama onlar ne dil ne mûsikî ne alfabe ne de davranış yönüyle bize benziyorlardı. Batı’ya karşı romantik bir hayranlık başlamıştı. Bir defâ olsun Paris’i görebilmek, monşerler gibi setre pantolon, ceket ve şapka giymeyi öyle istiyorlardı ki… Ama Osmanlı mülkünde bunları ancak gayr-i müslimler giyebiliyorlardı. Bunların yapılabilmesi için milletinden ve kültüründen kopmuş bir öncü tayfaya ihtiyaç vardı. Bunların yapılabilmesi için Hılâfet ve saltanâtın........
© Türkiye
visit website