menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kaygıyla Aynı Masada Oturmak

6 0
yesterday

Bir uzman olarak odamda en sık ağırladığım misafir kaygı. Çoğu zaman kapıyı çalmadan giriyor hayatlara; bazen bir sınavdan önce, bazen bir ayrılığın ardından, bazen de “her şey yolundayken” bile. Danışanlarım genellikle ondan kurtulmak istediklerini söylüyor. Oysa ben, önce kaygıyı tanımayı öneriyorum. Çünkü tanımadığımız bir şeyi kovalamak, çoğu zaman onu daha da büyütüyor.

Kaygı, sandığımız kadar düşman değil. Aslında o, beynimizin “dikkat et” diyen sesi. Tehlikeyi fark etmemizi, hazırlanmayı, korunmayı öğütleyen bir alarm. Sorun, alarmın sürekli çalması. O zaman ses yükseliyor, nefes daralıyor, kalp hızlanıyor; zihnimiz ise en kötü senaryolara koşuyor. İşte burada kaygı, görevinden sapıp hayatın direksiyonuna geçiyor.

Seanslarda sıkça şu soruyu sorarım: “Kaygınız size ne anlatmaya çalışıyor?” Bu soru, suçlayıcı değil; meraklı bir yerden gelir. Çünkü kaygı çoğu zaman bastırılmış ihtiyaçların, ertelenmiş kararların, duyulmamış duyguların tercümanıdır. Dinlendiğinde sesi kısılır. Susturulmaya çalışıldığında ise bağırır.

Samimi olmak gerekirse, ben de kaygıyla tanışığım. Mesleğimin bana öğrettiği en önemli şeylerden biri şu oldu: İnsan olmak, kusursuz olmak değildir. Zorlandığımızda yardım istemek zayıflık değil, cesarettir. Kaygıyla baş etmeye çalışırken “neden böyleyim?” diye kendimize yüklenmek yerine, “şu an zorlanıyorum ve bu insani” demek iyileştiricidir.

Köşe yazısı kısa olur ama hayat uzun. Kaygıyı tamamen yok etmeye çalışmak yerine, onunla aynı masada oturmayı deneyebiliriz. Ona bir sandalye verip söz hakkı tanıdığımızda, masanın başını ele geçirmesine gerek kalmaz. Nefesimizi yavaşlatmayı, bedenimizi fark etmeyi, düşüncelerimizi gerçeklerle sınamayı öğreniriz. Gerekirse profesyonel destek alırız. Çünkü bazen birinin, “yalnız değilsin” demesi bile alarmın sesini kısmaya yeter.

Unutmayalım: Kaygı, hayatın bize açtığı bir nottur. Okumayı öğrenirsek, cümleler yumuşar. Ve biz, kendi hikâyemizin yazar koltuğuna yeniden otururuz.

Kaygı, sandığımız kadar düşman değil. Aslında o, beynimizin “dikkat et” diyen sesi. Tehlikeyi fark etmemizi, hazırlanmayı, korunmayı öğütleyen bir alarm. Sorun, alarmın sürekli........

© Manisa Meydan Gazetesi