“(TDS) Trump Derangement Syndrome/Trump Saplantısı Sendromu!” Böyle bir hastalık var mı? Başkan’ı eleştirirsen dengesizsin!
Trump Saplantısı Sendromu’, 2010’ların ortasından itibaren muhafazakar yorumcular tarafından, Trump’a sert eleştiri getiren gazetecileri, akademisyenleri ve siyasetçileri “mantığını kaybetmiş, obsesif” göstermek için kullanılan alaycı bir etiket olarak ortaya çıktı. Kavram, kısaca, “Trump’a çok sert karşı çıkan herkes aslında objektif olamayacak kadar kafayı sıyırmış” demek için kullanılıyor.
Tıbben böyle bir hastalık yok. Amerikan psikiyatri sisteminde tanı manueli olan DSM’de böyle bir teşhis bulunmuyor; “TDS” tamamen politik dilin ürettiği bir etiket.
Ama hikâye burada bitmiyor. 2025’te Minnesota’da Cumhuriyetçi senatörler, eyalet yasasına “Trump Derangement Syndrome” ifadesini resmen “akıl hastalığı” tanımlarına ekleyen bir yasa tasarısı bile sundu. Taslakta TDS, “Trump’ın politikalarına ve başkanlığına karşı gelişen akut paranoya” olarak tarif ediliyordu.
Yani mesele sadece sosyal medyada dalga geçmek değil; muhalefeti, psikiyatrik bir “sapma” gibi çerçeveleyip hukuki metinlere sokma girişimi de var.
Trump’ın cinayete kurban giden yönetmen Rob Reiner (Reiner’ın oğlu Nick birinci derece cinayetle suçlanıyor) ile ilgili paylaşımı tam bu çerçeveye oturuyor: Silahlı bir saldırıyı, “Trump’a kafayı takmış olmanın yan etkisi” gibi anlatıyor. Hem kurbanı hem de onu sevenleri, ölümünden sonra bile, “patolojik takıntı yaymakla” suçluyor.
Neydi olay? 14 Aralık’ta eşiyle birlikte evinde öldürülen Rob Reiner yıllarca Trump’ın en sert eleştirmenlerinden biriydi; siyasi belgeselleri ve sosyal medya paylaşımları, özellikle liberal kesimlerde güçlü bir karşılık buluyordu. Cinayet sonrası Trump sosyal medyadan şöyle bir paylaşım yaptı: “Reiner “Başkan Donald J. Trump’a takıntılı, çılgın bir Trump Derangement Syndrome vakasıydı, başkalarında yarattığı öfke yüzünden ‘sözde’ öldü. Rob ve Michele huzur içinde yatsın.” Aynı gün Michigan’da mitingde de benzer şeyler söyledi. Reiner’ın “Trump takıntısı yüzünden insanları delirttiğini” iddia etti.
Trump’a göre asıl mesele ‘Trump’ karşıtlığının hastalık boyutuna varmış olması. Cinayeti, tek bir kişiye (kendisine) yönelik duygular üzerinden açıklıyor.
Normalde şiddetin sorumluluğu failde ve onu teşvik eden yapılarda. Burada ise, “öldürülen insan” ile “onun görüşlerini paylaşanlar” suçlu ilan ediliyor; çünkü güya “başkalarında ölümcül bir öfke üretmişler.”
Bu, politik kültür açısından tehlikeli bir çerçeve. Çünkü şu mesajı veriyor: “Beni eleştirirseniz, bunun sonucunda doğan her türlü kaosun suçlusu da sizsiniz.”
Bu mantık, ileride barışçıl protestoları, bağımsız medyayı ve akademik eleştiriyi “toplumsal istikrarsızlık yaratan patolojik davranışlar” diye damgalamak için rahatlıkla kullanılabilecek bir zemin hazırlıyor.
TDS, gerçek bir tanı değil ama gerçek bir politik araç. Siyaset psikolojisi ve etik alanında yazan birçok isim, TDS söylemini şöyle analiz ediyor:
Eleştiriyi gayrimeşru kılmak: “Benim hakkımda ne söylersen söyle, sen zaten hasta kategorisindesin.” Böylece eleştirinin içeriğiyle uğraşmak yerine, eleştireni “akıl sağlığı” üzerinden değersizleştiriyor.
Trump’ı sert eleştirirsen “saplantılı”, “akli dengesi bozuk” etiketine maruz kalacağını bilmek, özellikle kariyeri ve güvenliği tehdit altında olabilecek insanlar için caydırıcı bir sinyal.
2025 tarihli bir analizde, TDS söylemi tam da bu nedenle “otoriter liderlik repertuarının parçası” olarak yorumlanıyor: Gerçek bir klinik........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar