Rıza toplumu: Alevi düşüncesinin demokratik barışa katkısı |
Cumhuriyetin tekçi modernleşme mirasıyla şekillenen toplumsal düzen Aleviliğin “cümle can” ve “farklılıkların ikrarlı birliği” ilkeleriyle doku sorunu yaşadığından dolayı yapısal bir gerilim içindedir.
Alevi geleneğinde “cümle can” tüm varlıkların kutsallığı ve birbirine bağlılığını salt bir metafizik iddia değildir; aynı zamanda siyaseten bir gerçekliktir. Rıza (razı olmak), ikrar (kabul ve tanıma) ve Heq/Hak aşkı ile Xızır gayreti gibi kavramlar, birey-toplum-doğa üçlemesini birbirinden ayrı tutmayan bir etik-politiği öne çıkarır. Bu dil, modern siyaset teorisinin klasik terimleriyle konuştuğumuzda bize iki önemli katkı verir: (1) meşruiyetin kaynağı zorlayıcı güç değil ortak rızadır; (2) adalet, sadece hukuki hak eşitliği değil varoluşu tanıma üzerinden anlaşılmalıdır.
Bu noktada “rıza toplumu” kavramı, salt bir ideal değildir; tarihsel ve pratik açıdan Alevi yaşamının biçimlediği demokratik siyaset pratiğinin adıdır. Rıza, bireyin zorla değil gönüllü olarak kurulan ilişkileri ve ortak yaşamı (komunü) tercih etmesinin ifadesidir. Böyle bir politika, tekçi ulus-devletin homojenleştirici mantığıyla taban tabana zıttır.
Alevi tarihsel hafızasında Baba Tahir’den Pir Sultan Abdal’a, Kalender Çelebi’den Şey Rıza’ya, Güruhu Naciye’den Kadıncık Anaya kadar figürler yalnızca itiraz simgeleri değildir; alternatif toplumsal örgütlenmelerin taşıyıcılarıdır. Bunların ortak yanı, egemen ideolojiyi doğrudan yıkmaya çalışmaktan çok, rıza üzerine kurulmuş bir toplumsallık inşa etme çabasıdır. Bu çaba, hakikat-arayışıyla iç içe geçmiş bir pratiğe dönüşmüştür: Hak/Heq aşkı ile özgürlük arayışı birbirini beslemiştir.
Felsefi olarak bu miras, iki........