Yürüyen günler, buzu çatlatan adımlar…
Werner Herzog’un 1978’de yayımlanan Buzda Yürüyüş kitabı, konu itibariyle ilginçtir.
Kitap, 1974 yılında, kendisinin çok değer verdiği, hoca olarak kabul ettiği sinema tarihçisi Lotte H. Eisner’in Paris’te ölüm döşeğinde olduğu haberini almasıyla başlar. Bunun üzerine Herzog, ilginç ve mistik bir kararlaşmaya gider: Şayet Münih’ten Paris’e yürüyerek giderse, hocası Eisner ölmeyecektir…
Böyle bir inanca tutunup, yollara düşer.
Kitabın konusu işte bu üç haftalık yolculuğun günlükleridir.
Herzog bu yolculukta birçok yüzleşme yaşar, birçok tespite varır. Bunlardan biri, yürümenin bir inanç ve direniş olduğudur. Kitapta yürüme eylemi adeta bir dua biçimi gibi aktarılır. Ayinsel bir coşku, içkin ve aşkın bir manzara. Yine bu deneyimden öğrendiğimiz bir şey, bir inanç ile girişilen her yolculuk, varoluşsal bir yüzleşme içerir.
Bu yüzleşmeyi sinema sanatından öğrendiğimiz kadim bir bilgi de doğrular: “Yol, karakteri açığa çıkarır.”
Yılmaz Güney’in Yol filmini düşünün, yol aldıkça her karakterin iç dünyasını da öğreniriz. Thelma & Louise filminde de aynısı vardır.
***
Bugünlerde Münih’ten Paris’e değil ama Amed’den Ankara’ya yola çıkan 250 kadın var.
Yedi gün yürüyecekler. “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” diyorlar.
Cümle kısa ama anlamı büyük. Her gün yeni kelimeler söylemek, yeni cümleler dizmek için farklı duraklardan sesleniyorlar. Onlar günlerle, günler onlarla yürüyorlar.
Galeano’nun “Ve Günler Yürümeye Başladı” adında çok sevdiğim kitabını okurken, ilk olarak günlerin yürümeye başlaması ne demektir diye içimden geçirmiştim. Kitap bittiğinde “günlerin yürümeye başlamasının”, zamanın hareket halinde olması ama en çok da hikâye taşıyan bir özne olması anlamına geldiğini fark ediyorsunuz. Yani günler, bir halkın, bir kadının, bir isyanın, bir kültürün, bir tahayyülün iziyle yürür ve biz de o izleri takip ederek bugünü anlarız.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
John Nosta
Grant Arthur Gochin