Gerginlik yükseliyor

YSK’nın 19 Eylül 2025 tarihli “CHP Kurultayını yapabilir” anlamındaki kararı başka bazı gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde ülkeye dayatılan faşizmin kurumsallaşması sürecinin içindeki özel bir kırılma anı olabilir.

İrili ufaklı darbelerle yürütülen faşist süreç, 19 Mart darbesiyle ileriye doğru büyük bir adım atmayı hedefliyordu. İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan darbe önce İstanbul’a, sonra başka CHP’li belediyelere kayyum atayarak el koymak ve uygun bir zamanda da doğrudan CHP’ye kayyum atayıp el koymayla sonuçlanacaktı.

Saray odaklı iktidar koalisyonu şayet başarılı olabilseydi artık sistem içi ana muhalefeti etkisiz hale getirebildiği bir güç dengesine dayanacak, bağlı olarak göstermelik de olsa yapılan seçimlerin tümüyle “emir komuta” altına alınması ve fiili faşizmin anayasal bir statü kazanması gibi tayin edici sonuçlar alabilecekti.

Ancak, 19 Eylül YSK kararı, sonrasında 21 Eylülde 22. Olağanüstü Kurultayın yapılması ve 27 Eylül cumartesi günü CHP sözcüsü tarafından yapılan “CHP’nin Meclis’in açılışında konuşacak Erdoğan’ı karşılamayacağı” ve daha da önemlisi “Erdoğan’ı meşru görmediklerini” açıklaması, Saray’ın güçler dengesindeki “sürekli saldıran” konumunun zayıflamakta olduğunu, kapatılmak istenen CHP’nin de “süreklileşmiş aktif savunma” konumundan ileriye doğru bir çıkış hamlesi yapmayı hesapladığını gösteriyor olabilir.

Peki, ne oldu da 19 Mart’tan buraya geldik? Ve, CHP yapmayı düşündüğü yeni hamlenin yaratacağı yüksek gerginliği taşıyabilecek güç ve asabiyete sahip mi?

Faşist yürüyüş zorlanıyor

19 Mart darbesi henüz ilk hamlesinde “düşmanın başı” İmamoğlu’nu hapsetmek gibi sert bir yönelimle “kararlılık” göstermişti. Nitekim, ardısıra gelen başka hamlelerle kendi yolunda ilerlemeye çabaladı. İlk hamlenin yoğunluğu ve aniden gelivermesi muhtemelen “düşman” CHP’nin iradesini kırmayı hedefliyordu.

Eh, zaten iktidarın alıştığı da böyle “iradesiz ve teslimiyetçi” bir durumdu; nitekim aynı gün Özgür Özel verdiği demeçte tam da Erdoğan’ın beklediği tutumu deklare etti: “Bağımsız Türk yargısına güveniyorum!” O mahkemelerin yargıyı saran iktidara bağlı çetenin kontrolünde olduğu gerçeği olanca çıplaklığıyla ortadayken korkudan gerçeğe bakamıyor, günü kurtarmaya çalışıyor, idare-i maslahatçılık yapıyordu.

Herkesin bildiği öğrenci gençliğin iradi müdahalesinin tetiklemesiyle Özel öncekinin zıddı bir direnişçi tutuma sıçradı ve günümüzde de aynı tutumunu üstelik daha da netleştirerek sürdürüyor. Özel önderliğinde CHP direndikçe öncesindeki teslimiyetçi tutumlara alışan iktidarın saldırısının hızı kesildi, hedefine doğru ilerlemekte zorlanmaya ve oluşan direnişle dengeler kurmaya başladı.

Sonuçta iktidar CHP’ye kayyum atayarak el koyma hedefine şimdilik ulaşamadı, hatta son bir iki haftalık konjonktür açısından bakarsak iktidarın “saldırı” inisiyatifini kaybetmeye başladığını, CHP’nin “savunma” konumundan “saldırı” konumuna geçiş hazırlıkları yaptığını görebiliriz.

Ancak, hepimiz biliyoruz, Erdoğan daha önce de böylesi zayıf konumlara düşmüş, ama devlet şiddetiyle destekleyerek yaptığı kurnaz bezirgan manevralarıyla yeniden inisiyatif kazanmayı becerebilmişti. Nitekim CHP ile ilgili davanın ertelendiği 22 Ekim tarihine kadar neler olacak, o tarihte mahkeme nasıl bir karar verecek henüz belirsizdir. Erdoğan yeniden “saldırı” konumuna yerleşebilir ya da “savunma” konumunda kalıcılık oluşabilir. Yeniden “saldırı” inisiyatifi kazanamazsa çokça konuşulan erken seçim olasılığı güç kazanmaya başlayacaktır.

Faşist yürüyüşün sırtında taşıdığı ağır........

© Yeni Yaşam