Bahçeli ne demek istedi?
Devlet Bahçeli’nin önceki gün MHP TBMM Grup Toplantısı’nda, TBMM Komisyonu’nun PKK lideri Öcalan’ı dinlemek üzere İmralı’ya bir heyet göndermesinin gerekliliğiyle ilgili çıkışının adresinin doğrudan doğruya Tayyip Erdoğan ve AKP olduğuna artık kimsenin kuşkusu kalmamış olmalı.
Bahçeli ittifakın kırılgan karakterini hatırlatıyor
Doğrusu, Bahçeli’nin bu çıkışını, sesini Erdoğan’a ulaştırmak için başka bir yol kalmadığını düşünmesine bağlayamayız. Cumhur İttifakının küçük ortağının bunları geçtiğimiz haftalardaki “baş başa” görüşmelerinde Erdoğan’ın yüzüne söylemesi mümkündü. İki ortak arasında bir acil iletişim hattı olduğunu ve gerektiğinde her şeyin her saat konuşulabildiğini öngörmek de büyük bir feraset gerektirmiyor. Bahçeli buna karşın, ikilinin görüşmesinin üzerinden iki hafta geçmeden grup toplantısında tüm Türkiye’nin önünde “Yüze yüze kuyruğa gelinmiştir. Çıktığımız sahilde gemiler yakıldığından geriye dönüş imkânı da kalmamıştır” diye haykırırken belli ki, yalnızca Erdoğan’a seslenmiyor: MHP Genel Başkanı’nın, Erdoğan’ın başının üzerinden Saray ve AKP cephesinde süreci yavaşlattığını varsaydığı unsurlara seslendiğini, onlara sürecin ve Cumhur İttifakının kırılgan karakterini hatırlatmayı gözettiğini düşünmek için daha çok neden var. Bahçeli ortaklarına alarm veriyor.
Erdoğan’ı yavaşlatan etmenler
Bununla birlikte, Bahçeli’nin Erdoğan’ı yavaşlatanın ne olduğuna ilişkin kanaatini bilmiyoruz ya da bundan çok emin değiliz; üç etmen akla geliyor.
Başta, 2028’de kaybedilecek bir seçime girmenin kaçınılmazlaşmaya başladığını ve Sarayda adı ne konulursa konulsun halk arasında esasen “yeni çözüm süreci” olarak algılanan “çatışmasızlık”ın AKP ve Erdoğan’ın siyasal desteğini artırmadığını, tersine her iki ortağın da ırkçı ve milliyetçi rakiplerine kan kaybetmekte olduklarını gösteren kamuoyu yoklamalarının duraksattığı AKP kadroları var. Bu kadrolar, yürüyüş zorunluğunun gündeme getirdiği her yeni adımda eskisinden daha cesaretsiz, ipe un serici ve eldekiyle idareyi marifet sayan çürütücü bir ruh halini kendi zeminlerine ve bütün topluma yayıyor.İkinci olarak, güvenlik ve istihbarat kurumlarından gelmekte olan ve hâlâ giderilememiş olan bir reaksiyonun varlığından söz edebiliriz. “Süreç” başladığından bu yana yayımlanan tüm Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bildirileri bu açıdan semptomatik, yani MGK’nin açıklamalarında ifadesini bulan süreç algısı “kırmızı kuvvetler-mavi kuvvetler” ikiliğinin ötesine geçemiyor. MGK Genel Sekreterliği, cereyan etmekte olan “silah bırakma”, “PKK’nin feshi”, “silahlı mücadelenin terki”, “kuvvetlerin sınır dışına çıkarılması” gibi, ordu ve MİT’in bilgisi dahilinde atılan geri dönülmez adımlara karşın her bildirisinin ilk maddesini “PKK/KCK-PYD/YPG […] terör örgütleri başta olmak üzere millî birlik ve beraberliğimiz ile bekamıza yönelik her türlü tehdit ve tehlikeye karşı yurt içinde ve yurt dışında azim, kararlılık ve başarıyla yürütülen faaliyetler”e ayırmaya devam ediyor. Özetle, hükümete........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein