BİR DAVAN VAR MI KARDEŞİM? |
Sadece ne olmak istediğini değil, neden olmak istediğini sor kendine.
Bu satırları size bir “bilen” olarak değil, sizinle aynı yolda yürüyen bir kardeşiniz olarak yazıyorum. Ne her şeyi çözmüş durumdayım ne de hayatın tüm sırlarına vâkıfım fakat artık bir şeyin farkındayım: Asıl önemli olan; ne istediğini bilmek, kendini geliştirmek ve gerçekten sana iyi gelen bir yol çizmekmiş. Eskiden sanıyordum ki iyi bir üniversiteye girmek ya da bir meslek sahibi olmak her şeyi halleder. Zamanla anladım ki bunlar sadece bir başlangıç. Asıl mesele: “Bu mesleği neden istiyorum? Ne için yaşıyorum? Ne uğruna çalışıyorum?” sorularına cevap vermekte…
Biz gençler, çocukluktan beri sınavların peşinden koşturarak büyüdük. Önce LGS hatta belki ondan daha öncesinde nitelikli ortaokul sınavları, YKS, KPSS, ALES, AGS gibi onlarca sınav… Her sınav sürecinin sonunda o meşhur söz vardı: “Üniversiteye girince rahatlarsın.” Oysa artık anlıyorum ki bir davası olmayan insan için hiçbir hedef gerçek bir huzur getirmiyor.
Seyyid Ahmet Arvasi ne diyordu?
“İdealist gençlik, şahsiyetli ve şuurlu olmalıdır. Kimliksiz, köksüz ve gayesiz bir gençlik ne kadar donanımlı olursa olsun; milletine yük olmaktan öteye gidemez.”
Bu söz beni çok etkilemişti. Çünkü fark ettim ki şahsiyet ve şuur yalnızca bilgiyle veya yetenekle kazanılmıyor. Şahsiyet; kişinin kendini bilmesi, inançlarına ve kendini ait gördüğü değerlere sadık kalabilmesi, milletiyle bütünleşmesi, doğru bildiği yolda kararlı durabilmesidir. (Şahsiyet meselesine, ilerleyen kısımlarda Dündar Ağa’nın da bir sözü ışığında biraz daha eğileceğiz.) Şuur ise; bu duruşun nedenini bilmek, hangi amaç uğruna yaşadığını, idrakini idrak edebilmektir.
Arvasi’nin “kimliksiz” dediği gençlik, işte milleti, kültürü, inancı ve değerleriyle olan bağdan yoksun olan gençliktir: Neye hizmet ettiğini bilmeyen, hizmet ettiği şeyin değerini kavramayan gençlik… Kulağa ne kötü geliyor. Kimlik, yalnızca nüfus cüzdanındaki bilgiler değildir; seni sen yapan kültürün, inancın, ahlâkın bilincidir. Kimliğini bilmek, bu mirasa sadakatle bağlanmak, neye hizmet ettiğini anlamak ve bu uğurda bütün varlığınla savaşmak; kimliğinin gerekliliklerini hayata geçirmenin başlıca şartlarıdır. Bunlar birbiriyle bağlantılıdır. Şahsiyet olmadan şuur, şuur olmadan şahsiyet eksik kalır.
Kulağa kötü gelen bu kimliksizlik kavramı, aslında bugün pek çok gencin yaşadığı eksiklik duygusunun tarifidir. Gençler kendilerini bir yere ait hissedemedikleri, sorumluluklarını bilmedikleri, onlara dayatılan sadece kendin için yaşamalısın palavralarına inandırıldıkları için kendi özlerinden kaçmaktadırlar. Bu kaçış, diploma çılgınlığını doğurmaktadır.
Gençliğe dayatılan bu hayat tarzı, Batı’nın çürümüş fikirlerinden meydana gelmiştir. Türk ahlâkını, Türk kültürünü, Türk-İslâm medeniyetini bilmeyenler; Batı’nın destanlarını Dede Korkut’a değişmekte, aşağılık kompleksine kapılmaktadır.
Bu durum, önlem alınmadığı takdirde, insanlığın anlamını yitirmesine sebep olur. Çünkü insan; sadece yiyip içen, eğlenen bir varlık değildir. İnsan; anlam arayan, hedef koyan ve bir mefkûre uğruna yaşayabilen bir ruha sahiptir. İdeal, insana yürüyeceği bir yol verir. İnsan ideali sayesinde karşılaştığı zorluklara karşı sabreder ve sonunda yerine getirdiği vazifeler sayesinde huzur bulur.
İşte bu yüzden, gençliğin yeniden kendini bulması gerekir. Türk milletinin sadece teknolojide değil, ahlakta da kültürde de öncü olması için köklerine sarılması şarttır. Kaldı ki ahlakta, kültürde öncü olunmadan ilimde öncü olunamaz. Köklerinden kopan bir ağaç nasıl kuruyup savrulursa kendi medeniyetinden uzak düşen bir gençlik de öyle savrulur. Bir milletin kendi özünden kopmadan sahip olduğu değerleri ilerletmesi gerekir. Kültür, milletin pusulasıdır; pusulası olmayan gemi rotasız kalır.
Benim için bu kimlik bilinci, en güçlü karşılığını Türk milliyetçiliğinde buluyor. Çünkü Türk milliyetçiliği; mensubu olduğum milletin tarihini, haysiyetini, iddiasını ve değerlerini koruyarak geleceğe taşımak anlamına geliyor. Türk milliyetçiliği; kültürüne, ahlâkına ve inancına sahip çıkarak insanlığa fayda sunma anlayışıdır. Burada kendimizi en üstün görmek gibi bir anlayış yoktur. Asıl mesele; kendi değerlerini, kültürünü ve ahlakî duruşunu daha iyi tanıyıp geliştirebilmektir. Yani bu bir üstünlük yarışı değil, kendine sahip çıkma meselesi… Galip Erdem’in “Milliyetçilik, bir milletin tarihinden gelen haklarını ve haysiyetini koruma mücadelesidir,” sözü bu noktada anlam kazanıyor.
Milliyetçilik; kimliğin en kapsamlı ifadesidir, insanı hem kendisine hem de milletine karşı sorumlu kılar. Bu sorumluluk bilinci, bireyin hangi yolda yürümesi gerektiğini netleştirir. Milliyetçiliğin özel adı olan ülkücülük de böyledir. Ülkücülük yalnızca geçmiş zaferlerin destanını okumak değil, o zaferlerin yüklediği sorumluluğu bugüne ve yarına taşıma şuurudur. Mücadele biçimidir.
Seyyid Ahmet Arvasi, ülkücüleri şöyle tarif eder:
“Kendini Allah ve Resulü’nün davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını ve mevkiini, din ve devleti, mülk ve milleti için fedaya hazır, şanlı, mukaddes, ay yıldızlı bayrağın gölgesinde dövüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsüne fâni olmuş yiğitlerdir. Onlar........