menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

EGEMENLİĞİN PSİKOLOJİK TEMELLERİ VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

9 0
09.12.2025

Giriş

Günlük iletişimin girdabında yüzlerce farklı kavramı içerisinde barındıran binlerce cümleyi yutuyoruz. Özellikle Türkiye gibi dert zenginliği kendinden menkul bir ülkede o kadar çok önemli meseleye maruz kalıyoruz ki tipik bir İskandinav vatandaşının koca bir yıl konuşacağı öneme haiz bir konuyu dakikalar içerisinde yiyip tüketiyoruz. Bu konulardan birisi de tarihin tozlu sayfalarından tozu silkilerek devamlı suretle önümüze sunulan egemenliktir. Genellikle sosyal ve politik yönü vurgulanan egemenlik kavramı sahiplenmeyi anne karnından geleceğe taşıması yönüyle psikolojik bir hadisedir. Egemenliğin psikolojik temellerini ve Türk milliyetçiliği ile ilişkisini tartıştığımız bu yazıda sahiplenmenin gelişimi ele alınacak, akabinde de mülkiyet ve egemenlik kavramına değinerek Türk milliyetçiliği ile ilişkisi üzerinde durulacaktır. Bu yazıdan muradım sizlere acı bir konuda lezzetli bilgiler sunarak hem bilgi ve düşünce tüketiminizi yavaşlatmak hem de sindirilmeye layık bir konuyu huzurlarınıza sunmaktır.

Sahiplenmenin Gelişimi

Yeni doğan bir bebeği düşününün. Büyük ihtimalle şu an yüzünüzde tatlı bir tebessümle kâğıda bakarken en son gördüğünüz bebeği hatırlamaya çalışıyorsunuz. Bebeğin fiziksel özellikleri yavaşça gözünüzde canlanırken onda şaşırdığınız özelliklerin de aklınıza geldiğini fark ediyorsunuz. Bebeğin yumuk yumuk elleri sıkı sıkıya kapalı, annesinin ya da babasının parmaklarını sıkıca kavrıyor. Bu kavrayışın bir bebeğe göre ciddi anlamda güçlü bir aktivite olduğu kanaatindeyim. Belki benzer bir olayı siz de deneyimlemişsinizdir. Bebeğin avucuna parmağınızı ya da herhangi bir şeyi koyduğunuz anda karşı tarafın onu sıkıca kavradığını göreceksiniz. Palmer refleksi olarak bilinen bu olgu hamilelikte başlamaktadır ve doğumun ardından yaklaşık ikinci aya kadar refleks olarak devam etmektedir. Anne karnında başlayan bu sahiplenme davranışı iki aylıkken istemli bir davranışa dönüşmektedir. Sahip olma refleksi ile doğan bebek, sahip olma arzusu ve davranış kodlarıyla henüz iki aylıkken sahip olmayı ister bir hale geliyor. Yaşamlarının birinci yılının sonlarına doğru kendinin olanı ve olmayanı ayırt eden bebekler kendi oyuncaklarını ve eşyalarını yönetmek istediklerini de pekâlâ çeşitli örneklerle göstermektedir. Mesela küçük bir çocuğun oyuncağını istediğinizde size vermesi ve istemeden ona sahip olmanız durumunda iki farklı tip davranışın doğduğuna dair örnekler azımsanamayacak kadar fazladır. Bu durumun dünya hakkında çok az bilgi sahibi olan bebeklerin sahiplenmenin önemini yeterince kavradıklarına yönelik çok önemli bir veri kaynağı sunduğu kanaatindeyim.

Büyüyen bebek çocuklaştıkça fiziksel ve sosyal olarak olgunlaşmakta ve artık dili daha işlevsel bir şekilde kullanabilmektedir. İki yaşından itibaren benim, senin ve onun gibi iyelik eklerini kullanmaya başlayan çocuklar dünyayı daha kalabalık ve geniş bir çerçevede anlamaya başlamaktadır. Dil gelişimi ile desteklenen bu durum bizim olanı ve olmayanı ifade etmemiz konusunda bizlere anlamlı ve işlevsel bir ölçü sunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında iyelik eklerinin kullanımı sadece basit bir beceri değil sahip olmanın mutabakata varmasının da önemli bir yoludur. Bu senin elin, bu benim saçım, bu onun kıyafeti, bu benim oyuncağım vb. gibi sahip olunanın diğer bireylerce tasdik edilmesi sahiplenmenin gelişmesinde kritik bir öneme sahiptir. Yaşımız ilerledikçe sahip olduklarımızı paylaşmayı öğrensek de sahip olduklarımız üzerindeki kontrol ve otoriteyi devretmeyi neredeyse hiçbir zaman istemiyoruz. Evet oyuncağa artık ihtiyacım yok, evet bu oyuncağı sana her istediğinde ödünç vereceğim fakat oyuncak benim olsun gibi cümlelerde nesneler her zaman değişse de sahip olma hakkından feragat etmeyi hiçbir zaman istemediğimiz de buz gibi bir gerçek.

Mülkiyet

Bir önceki bölümde de bahsedildiği üzere sahiplenmek, her birimizin anne karnından dünyaya refleks olarak taşıdığı ve daha sonraları da istençli bir şekilde gerçekleşen fıtrî bir davranıştır. Ben’in sahip olması şeklinde de örneklendirilebilecek mülkiyet kavramını anlamlandırabilmek için bireyin ben bilgisini kazanmış olması gerekmektedir. Ben kimim, sahip olduğum şey nedir, sahipliğimin kaynağı nedir? Sorularına anlamlı bir cevap vermeden benlik ile mülkiyetine sahip olduğum şeyin iltisakını kurmam pek mümkün görünmemektedir. Bu sorulara cevap vermek için hem bireyin kendisi hakkında hem de ilgili nesne hakkında detaylı malumata sahip olması gerekmektedir ki bu sayede mülkiyet anlamlı bir zemine oturabilmektedir.

Bir kişi ile nesne arasında kurulan ve diğer insanlarca kabul edilen bir aitlik ilişkisi anlamına gelen mülkiyet, bireyin benliğine dair atıf yapması yönüyle psikolojik, sosyal hayatta bir norm ve kaide bildirmesi yönüyle de sosyal bir kavramdır. Gerek psikolojik gerek sosyal yönden bireyin sahiplendiği........

© Yeni Ufuk Dergisi