Türkiye’de üniversitenin bir “altın çağ”ı var mıdır?

Üniversite üzerine söylemlerin önemli bir kısmı olabildiğine ideal bir bilim, hakikat ve nesnellik varsayımına dayanır.

Bu varsayımların toplamı birden üniversite hakkında bir otantiklik jargonunu tuhaf bir biçimde işletir.

Tuhaflık şu ki, bir süre sonra bu otantiklik beklentisi üniversitenin her türlü gelişimi üzerine bir yük oluşturmaya başlar.

Bilhassa üniversitenin yeni açılımları, fiziksel ve kurumsal gelişimi ve yeni gelişmelere ayak uydurma adına attığı adımların bu otantik veya ideal üniversiteden bir sapma oluşturduğuna dair yaklaşımlar her zaman üniversitenin tarihine eşlik etmiş serzenişlere kaynaklık etmiştir. Oysa üniversite diğer bütün sosyal müesseseler gibi beşerî kurumlardır ve bunun içinde yaşayanlar, onun hizmetini alanlar bunu pekâlâ bildikleri halde bu beklentilerden geri durmazlar. Bugün artan üniversite sayısının, üniversiteleşme oranının, bilimsel yayın, araştırma, mezun ve bilim adamı sayısının ardından neredeyse

“yitip giden bir üniversite” idealine ağıt tutmanın arkasındaki psikolojiyi iyi irdelemek gerekiyor.

Elbette bunu yaparken bugün Türkiye’deki üniversitelerin hiçbir sorunu olmadığını söylemiş olmuyoruz. Bilakis Türkiye’deki hızlı üniversiteleşmeye her zaman eşlik eden başka sorunlara da her söz açıldığında değiniyoruz. Ama üniversite alanındaki her gelişmeye burun kıvırıp en olumsuz örneklerden yola çıkıp üniversitenin geriye gittiğinden dem vuran kalabalık bir kesimin varlığı ister istemez şu soruyu sordurtuyor:

“Üniversitelerin daha iyi olduğu bir geçmişimiz vardı da biz mi göremedik?”. Son yazımızı bu soruyla bitirmiştik.

Doğrusu bugün üniversitelerin geriye gittiğini söyleyenlerin hangi alanda bu geriye gidişin olduğunu somut örneklerle rakamlarla ortaya koymalarını beklesek de boşuna, çünkü bu tavırları bilgiden kaynaklanmadığı için ortaya konulan bilgilerle değişecek gibi değil. Ama biz yine de sorumuzu sorup cevabını somut olarak vermeye devam edelim:

Üniversitenin Türkiye’de özlenen bir altın çağı var mıdır? Bu altın çağda neler olmuş da oradan uzaklaşmak üniversitenin tabiatını bozmuş veya idealinden saptırmıştır?

Sayısal alanda veya üniversitede özerklik, bilimsel özgürlük alanında mı? Bu dönem mesela Cumhuriyetin ilk dönemleri midir? Oradan başlayabiliriz, sonra diğer dönemlere de geçip üniversitenin “altın çağ”ını arayalım isterseniz.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda faal halde bulunan bir üniversite........

© Yeni Şafak