Şu aralar çok dikkat çeken hâdiseler cereyan ediyor. Saldıran ve Ukrayna’nın hatırı sayılır bir kısmını ele geçiren; bununla da kalmayıp Ukrayna içlerinde ilerleyen taraf Rusya. Tam bu iş bitiyor gâliba derken, bir de baktık ki Ukrayna ordusu Rusya topraklarına girmiş ve Kursk nâhiyesinde karşı bir işgâli başlatmış. Bu manzara saldıran-savunan denklemini altüst ediyor. Savunan saldıran, saldıran savunan pozisyonuna geçiyor. Eh, “ne o ne bu; hem o hem bu” diyen postmodern dünyânın cilvesi bu denilebilir. Gelin görün ki, vaziyet o kadar basit değil.
Savaşın arifesinde, hatırlıyorum, TV’lerin gedikli yorumcularından biri, oturduğu yerden zıplayıp, “bu iş bir haftada biter” demişti. Târihin yapısal krizlerinden haberi olmadığı için bu basitlemeyi yapmıştı. Zihni muhtemelen 1968 Prag Baharı veyâ 1956 Macar Ayaklanması’ndaydı. Hâlâ Soğuk Savaş’ın devâm ettiğini zannediyordu. Hâlbuki Vietnam ve Afganistan’ı atlıyordu. Nitekim Soğuk Savaş devrinde Vietnam ve arkasından gelen pek çok asimetrik savaş, klasik savaş mantığını çoktan altüst etmişti. Savaş, büyüklerin mutlak olarak kazanacağı, küçüklerin ise mutlak olarak kaybedeceği bir hâdise olmaktan çıkmıştı. Alışılageldiği üzere, mühimmat, teçhizat, ateş gücü vb üstünlükler artık savaşı kazanmanın garantileri değildi. Klasik ordular, sanâyi toplumlarına has yapılardır. Bir ordunun yapılanması ile herhangi bir devlet dâiresinin veyâ bir fabrikanın teşkilatlanması arasında, işlevsel farklılıklar hâriç bir fark görmek kâbil değildir. Sâdece yapılanmaları değil, sevk ve idâreleri de ağır ve hantal........