Asıl ayrışmanın ve üstü örtülü çatışmanın geçmişi çok daha eskilere gitmekle beraber “Selam Tevhid kumpasını” başlama noktası olarak kabul edebiliriz. FETÖ’cüler ilk defa “İslamcılar”a doğrudan saldırıya geçmişlerdi. Daha önce sütre gerisinden çıkmazlar, daima aracılar üzerinden hedeflerine ulaşırlardı. Eğer doğrudan çatışmaya girerlerse kaybede-ceklerini biliyorlardı. Birbirine zıt iki ayrı dünya görüşünün herhangi bir meselede uzlaşması dahi oldukça zordu. Ne yazık ki zaman içinde iki ayrı dünya görüşü arasında bir belirsizlik alanı oluşturuldu ve FETÖ muğlak ifadelerle tahkim edilen bu alanda yayılmacı hedeflerine adım adım yaklaştı. Bu, onlar için çok büyük bir başarıydı. Zira devşirme bir yapı olarak dinî alanda başat aktör olmayı asla başaramazlardı. Bu da 28 Şubat döneminin farklı açılardan değerlendirilmesi gerektiğinin işaretidir. Bu dönemi laik anti-laik çatışmasına kurban etmemek gerekir.
12 Eylül’ün gerekçeleri arasında Kudüs meselesi vardı. Bu açıdan aradan otuz yıl geçtikten sonra Erdoğan Davos’ta “one minute” dediğinde içeride çok büyük bir hesaplaşmanın yaşanacağını tahmin etmek o kadar da zor değildi. Nitekim bir yıl sonra “Mavi Marmara” olayı ile birlikte bu hesaplaşma açık alana taşınmış, FETÖ’cüler “İslamcılar” adıyla kodlanan kesime karşı büyük bir savaş başlatmıştı. Bu, FETÖ’cülerin sütre gerisinde kalamayacağının da göstergesiydi. Dünya görüşlerinin şekillenmesinde Filistin ve Kudüs meselesi büyük bir rol oynamaktaydı. Bunu Mısır’daki “sağır........