Ayrıca Osmanlı içerideki halkını da geçmişteki Bâtınî kalkışmalardan korumak maksadıyla Fütüvvet müessesinin bir devamı olan Ahîlik’le –pîrler, şeyhler ve ustalar aracılığıyla– kontrolü elinde tutmuştur.
Vahdet-i vücûd nazariyesinin sunduğu entelektüel bir imkanla Osmanlı’nın kuruluşunda başlayan bu merkez ve tarikat ilişkisi, Bâtınîliğin yeni yüzü olan İran kökenli Hurûfîlerin, devletin kuruluş yıllarında üstlendikleri Bektaşîliği bozma, Çelebi Sultan Mehmed, Sultan Murad ve Fâtih Sultan Mehmed zamanlarında saraya sızma girişimlerine rağmen, I. Selim (Yavuz Sultan) devrine kadar sürdürülmüştür.Ancak bu nihayet, merkez-tarikat ilişkisinin bozulmaya başlamasından ibaret değildir; Osmanlı’nın Batı yürüyüşünü sekteye uğratma, ekonomik ve sosyal düzenin normal gidişatını bozma maksatlıdır. Şöyle ki,
–Şah İsmail, İran’da Safevî-Türk Devleti’ni kurarak, Osmanlı’nın Doğu sınırındaki Batınî unsurları kendisine çekip, yeni isyanları organize etmeye ve daha da önemlisi İslam mülkünde hakimiyet iddiasında bulunmaya başlamıştır. Böylece, fethi büyük ölçüde durduran........