Ben ne söylerim, tamburam ne çalar?

Anlaşılmadığından şikâyet ederek “Beni ileride anlayacaklar” diye yüz yıl sonrası için umut besleyenlerin pek çoğunu, yirmi otuz yıl sonra kimse hatırlamayacaktır bile.

Olsun, anlaşılmamak bazıları için kaçınılmazdır; tam anlamıyla kader olduğunu söyleyen ustalar vardır. Ancak anlaşılmamaktan daha beteri, herkes bilir ki yanlış anlaşılmaktır.

Bu hususta Mevlânâ’ya kulak vermek belki en iyisi. “İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme. Duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.”

Bir yazının kaderi söz konusu olduğunda, okuyanlar üçe ayrılır: Anlayanlar, anlamayanlar ve yanlış anlayanlar.

Her ne yazılırsa yazılsın değişmez bu durum. İsterse tek kelime, hattâ tek harf olsun. Mesela “Elif” yazsın. Biri çıkar der ki “Elif dedi, be demedi.” Bir diğeri “Niye A yerine elifi tercih etti?” Bir başkası, “Belli ki adı Elif olan birine mesaj vermek istedi.”

Bir önceki yazımızda aşağı yukarı benzer durumlar söz konusu oldu.

Şaka yapınca şaka yaptığını söylemek zorunda kalmak, ironi yapınca “Dikkat, burada ironi var” uyarısında bulunmak hiç de hoş değil. Fakat yazıyı anlayan olduğu gibi, anlamayan ve yanlış anlayanlar çıktı. Yüzdeleri aynı değildir tabii.

Nerede, ne zaman, ne kadar ironi yapılacağı kimseye danışılmaz ama herkesi tek tek yahut grup grup ikna etmeye çalışmak da gereksizdir.

Peki, ironi nedir?

“Mizah, alaylı üslup” diye tanımlanır. “Gizli ve ince alay” anlamına gelen “istihza”nın yerine de kullanılır. Her zaman eleştirel bir tavır ve entelektüel bir tutumu ifade eden ironi; örtük, dolaylı, kinayeli ve iğneleyici bir söyleme biçimidir.

Söylediği şeyle söylediğinin ötesine geçmek,........

© Yeni Şafak