Z kuşağına dini anlatmak

Geçen senenin ilkbaharında, Şikago’da, 6 yaşındaki küçük oğlumu okula götürürken “Oğlum, bak! Allah ne kadar büyük! Çeşit çeşit insanlar, ağaçlar, bitkiler vs. yaratmış. Ağaçlar ve bitkiler kışın ölmüştü. Şimdi Allah onları tekrar yeşertiyor, diriltiyor. İşte bizi de öldükten sonra böyle diriltecek” dediğimde, “Baba, ama ben ahirete inanmıyorum. Çünkü görmüyorum öyle bir dünyayı” demişti. Bir anda neye uğradığımı şaşırmıştım. Kendimce izahlar getirmeye çalıştım. Netice itibariyle şunu fark ettim ki, benim altı yaşındaki zihin dünyam ile onun zihin dünyası bambaşkaydı. Babası altı yaşındayken, asla aklının ucundan geçmeyecek bir şey, onun akıl dünyasında rahatlıkla yer edinebiliyordu.

Kabaca 2000 yılından sonra doğanlara “Z kuşağı” deniyor. Dijital dünyanın içine doğan bir nesil... En keyifli oyuncak olarak cep telefonlarını gördüler, bildiler. Bizim yirmili yaşlarda öğrendiğimiz teknolojik aletleri onlar yirmi aylıkken öğrendiler. “Cep telefonu öncesi çağı”nı görmediler. Bunun kendileri için avantajlarını da dezavantajlarını da yaşıyorlar. En büyük avantajları, küçük yaşlardan itibaren dünyayı dijital ortamda da olsa tanımak ve böylece pek çok farklı insanı, görüşü ve kültürü az ya da çok bilmek oldu. En büyük dezavantajları ise, sanal âlemin büyüsüne kapılıp gerçek hayattan kopmak ve yalnızlaşmak oldu.

Hayatın anlamını İslâm’ı yaşamakta bulan insanlar olarak, “Bu anlamı Z kuşağına en verimli bir şekilde nasıl aktarabiliriz?” sorusu üzerinde kafa yormak, hepimiz için tarihî bir görevdir. Bu soruyu doğru cevaplayabilmek için ise, bu kuşağı iyi analiz etmek gerekir.

Z kuşağı, bireysel özgürlüğüne çok düşkün ve otoriteyi sevmiyor. Dolayısıyla onlara otoriter bir din dili üzerinden konuşmamak gerekiyor. Kuralları değil, sevgiyi önceleyen bir anlayışla yaklaşmak gerekiyor.

Z kuşağı, sorgulamayı seviyor. Dolayısıyla onlara “fıkhî bir ilmihal” değil, “fikrî bir ilmihal” anlatılmalı. Şekilsel kurallar değil, düşünsel temeller........

© Yeni Şafak