Üçtür; üçü de güçtür


İmtihan dünyası işte… Bazen nimet(ler)e gark oluyor, şükürle sınanıyoruz; bazen de musibet(ler)e dûçâr oluyor, sabırla sınanıyoruz. Kâh lütuf meltemleri serinletiyor içimizi; kâh kahır kasırgaları zorluyor takatimizi. Biliyoruz ya bizi O sınıyor; inanıyoruz ya bize O gönderiyor… Hamdediyoruz O’nun varlığına; şükrediyoruz O’na olan imanımıza. Lütfunu da, kahrını da hoş karşılıyor ve “Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lütfu âşinâdan bil/ Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil” diyoruz.

“Şükür mü daha zordur; sabır mı?” meselesini âlimler ve arifler cevaplamaya çalışmışlar. Şuuraltını Allah fikriyle cilâlayan iman âbidesi bir insan için ne sabır ne de şükür zor olsa gerek. Nimetler üst üste yağdığında insan; şımarmadan, kibre kapılmadan, “Ben yaptım da oldu” demeden; “Kitab’a dair ilmi olan zatın (Âsaf?)” bir lütuf ile karşılaştığında dediği gibi “Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye Rabbim beni deniyor. Şükreden kendine iyilik etmiş olur. Nankörlük eden ise, bilmelidir ki; Rabbim Ğani (mutlak zenginlik sahibi) ve Kerîm(mutlak cömertlik sahibi)dir” (Neml 27/40) diyerek, ruhuyla şükür secdelerine kapanmalıdır. Musibetler üst üste yağdığında ise insan: “Varlığımız Allah’a aittir; dönüşümüz de O’nadır.” (Bakara 2/156) diyerek, bir sabır imtihanından geçtiğinin bilinciyle, tevekküle sarılıp sabır eşiğini yükseltmenin gayreti içinde olmalıdır. Hâsılı; nimet karşısında da musibet karşısında da, imanın tadını çıkarmalıdır.

Şu imtihan dünyasının en çetin sınavları; herhalde kişinin iyilik yaptıklarından gördüğü kötülükler, “sevgili” dost bildiği kimselerin “azılı” düşmanlıkları; “büyük” gördüğü/sandığı kimselerin “küçük”lükleri karşısında hayal kırklığına uğramasıdır. Büyük bir haksızlığa uğramak, çirkin bir iftiraya maruz kalmak, yıllarca maddî-manevî cömertliğimizi esirgemediğimiz, sevgi ve saygıda kusur etmediğimiz kişilerin gadrine uğramak;........

© Yeni Şafak