Din anlayışımızda hukukun ahlâka öncelenmesi ve şekilciliğin yaygınlaşmasına dair

Kuran’ın nüzulünün ve Resûl-i Ekrem’in (sav) sünnetinin tarihsel seyri dikkate alındığında; İslâmiyet’in, iman esasları ve ahlâk düsturları ile, bu ikisinin üzerine oturan bir hukuk düzeninden ibaret olduğunu görüyoruz. Mekke’de mümin bir fert ve mümin bir toplum oluştururken; vahyin, önce sağlam bir iman ve erdemli bir ahlâk üzerinde odaklandığını müşâhede ediyoruz. Medine’de ise; iman ve ahlâk temelleri sağlam atılmış mümin bir topluma, ihtiyaçlarını giderecek bir hukuk nizamının sunulduğunu görüyoruz.

Kur’an, on üç yıl boyunca Mekke’de “tevhidî bir iman” ile birlikte “ahlâkî bir yaşam” sürmenin önemi üzerinde vurgular yapmıştır. İman ile birlikte “sâlih amel”in; yani ahlâkın önemi sürekli vurgulanmıştır. İlk inen âyetlerde; ebedî kurtuluşa ermek için zulmetmemek, fakirlere, kölelere ve yetimlere yardım etmek, dedikodu etmemek, yalan söylememek, iftira etmemek gibi ahlâkî erdemler şart koşulmuştur. İdeal Müslüman olarak örnek gösterilebilecek tek insan olan Hz. Muhammed Efendimiz (sav), “muazzam bir ahlâk üzere yaşayan” (Kalem 68/4) bir insan olarak tavsif edilmiştir.

Resûl-i Ekrem (sav), pek çok hadis-i şerifinde, gerçek imanın ancak güzel bir ahlâk ile mümkün olacağına işaret buyurmuşlardır. Şu hadis-i şerifler, buna örnek verilebilir: “Müminlerin iman bakımından en iyileri, ahlâkı en güzel olanlardır” (Ebû Davud); “Mümin, güzel ahlâkı sayesinde gündüzleri sâim, geceleri kaim kişinin derecesine ulaşır” (Ebû Davud); “Kıyamet gününde, müminin mizanında, güzel ahlâktan daha kıymetli bir şey yoktur” (Tirmizî).

Kur’ân-ı Kerîm’de hukukla ilgili yaklaşık üç yüz âyet varken, ahlâkla ilgili âyetler bundan kat kat fazladır. Hatta her âyetin, bir cihetten ahlâkla ilişkisi kurulabilir. Abdullah b. Zübeyr’in (ra) ifade ettiği gibi “Allah, Kur’an’ı insanların ahlâkı için indirmiştir (Mâ enzelellâhu illâ fî ahlâkı’n-nâs)” (Buhârî).

Efendimiz (sav)’in mübarek sünnetine baktığımızda; O’nun (sav), dinin hem ibadetlerle hem de muamelâtla ilgili kurallarını tatbik ederken, şekle değil öze itibar ettiğini görüyoruz. Meselâ, namaz kılarken mübârek ellerini farklı şekillerde bağlamış, hatta bazen Mâlikî mezhebinde olduğu gibi bağlamadan aşağı salmışlardır. Kezâ cenaze namazında, neredeyse her seferinde farklı dualar okumuşlardır. Asr-ı saadette imsak vaktinin ne zaman başladığıyla alâkalı farklı rivayetler nakledilmiştir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. “Allah sizin şekillerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar” ve “Ameller, niyetlere göredir” hadis-i........

© Yeni Şafak