Türkler olarak Anadolu’yu fethettiğimiz günlerden itibaren, her daim çok kültürlülük içinde yaşadık. Rumeli’yi fethedip Balkanlara açıldıktan sonra, çok kültürlü şehirlerde yaşama tecrübemiz daha da zenginleşti. Meselâ, İstanbul’un fethinden Balkan Savaşı esnasındaki göçe kadar İstanbul’da Müslümanların nüfusu hiçbir zaman gayrimüslimlerden fazla olmamış. O çağlarda Batı’daki şehirlerin tamamında tek bir kültür hâkimdi. Osmanlılar, gayrimüslimlerle bir arada yaşama konusunda hakikaten çok iyi bir tecrübeye sahiptiler. Bu, aslında sadece Osmanlı’ya mahsus da değildi. Mesela Abbasîler dönemindeki Bağdat da böyleydi. Hemen her dinden ve hemen her ırktan insanlar, bizim ana şehirlerimizde rahatça kendi dinlerini ve kültürlerini yaşayabiliyorlardı. Müslümanların yaşadığı coğrafyada ulus devletlerin ortaya çıkması, Müslümanlardaki bu kültürü olumsuz etkiledi. Bu, İslâm’dan kaynaklanan bir şey değildi. Bizzat Batı’dan gelen ulusçuluğun ve ırkçılığın etkisiyle olmuştu. Bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde de durum pek farklı olmadı. Zamanla gayrimüslimlere ve azınlıklara yönelik nefret arttı ve 1955’te 6-7 Eylül olaylarıyla zirve yaptı.
Bir zamanlar gayrimüslimlerle bile asırlarca barış ve hoşgörü içinde yaşayan insanların torunları, bir anda; ecdatlarının asırlardır yaşayageldikleri dini inanç ve uygulamalara dahi düşman kesilip tahammülsüzlük etmeye başladılar. Yeni kurulan tek tipleştirici sistemde, dinini yaşamaya çalışan bu memleketin öz evlatlarına yasaklamalar getirildi ve zulümler yapıldı. Onlar; öz vatanlarında parya muamelesi görmenin acısını yaşadılar yıllarca. İnançlarıyla ve örfleriyle dalga geçildi, kılık kıyafetleri sebebiyle eğitim hakları ellerinden alındı vs. Nihayet bu konuda son yirmi yılda peyderpey nisbî bir iyileşme oldu. Ancak son birkaç yılda İslam dinini ve geleneksel Türk kültürünü yaşamaya çalışan dindar vatandaşlara yönelik hazımsızlık maalesef artmaya başladı.
Gün geçmiyor ki, kendi vatandaşlarımız tarafından İslâm’ın mukaddes........