Çok sert bir başlık attığımı düşünebilirsiniz bugünkü yazıma. Fakat Türkiye’nin politik kamularından biri haline gelen sosyal medyada bu “giyinme-örtünme” ve benzeri meselelerin tartışılma hızına ve dozuna bakarsak başlığa “hafif kaldı” bile denilebilir.
Zannedilenin aksine Türkiye’de “giyinme ve sınırları” bahsi muhafazakârlar ile sekülerler arasında ilerleyen “tek katmanlı” bir tartışma zemini değil. Kadın hakları-erkek hakları, kadın kimliği-erkek kimliği, feminizm, bastırılmış erkek olgusu gibi pek çok bağlamı ve katmanı var. Diğer yandan tartışma muhafazakârlarla sekülerler, sekülerlerle sekülerler ve muhafazakârlarla muhafazakârlar arasında da süregidiyor.
Şöyle: “Giyinme ve sınırları” meselesi bir toplumsal derin dalga tartışması olarak olanca ağırlığı, sertliği ve şenliği ile devam ediyor. Ve ben bunu oldukça dikkate değer buluyorum.
Meseleyi biraz geriden almakta fayda var.
“Giyinme ve sınırları” tartışması yüzyıllar içerisinde sürekli “hâkim kültür ve moda endüstrisi” lehine sonuçlanan bir seyir göstermiş. Kadınlar her seferinde “istediğimi giyerim” demiş ve her seferinde kazanmışlar bu mücadeleyi. Dünyadaki seyrine paralel olarak Türkiye’de de böyle olmuş bu süreç.
Bu söylediğime bir dünya itiraz yükselecektir elbette ama şöyle düşünüyorum ben. Moda ve kültür endüstrisi, kadına sürekli “kendini hem karşı cinse hem hemcinslerine beğendir, herkesle kıyasıya bir rekabet halinde ol ve bir arzu nesnesi haline gel” demiş. Gelinen noktada bir kadının en önemli harcama kalemleri giyim-kuşam, makyaj malzemesi ve estetik harcamalar durumunda. “Bunu devasa bir kârlılığa çeviren kimdir?” sorusu ise cevaplanması elzem bir soru.
Konuyu girift hale getiren şey ise bence şu. Bugün kadınlar “istediklerini giyme” işini çok temel bir........