Yeni Şafak benim için her şeyden önce “hangi mücadeleyi niçin verdiğini çok iyi bilen bir mevzi” anlamına geliyor. Şairin “Benim yerim kavganın ortasıdır” dediği yer bir gazete olsaydı o gazetenin adı Yeni Şafak olurdu. Niçin böyledir bu? En çok şundan: Türkiye’nin verdiği -bakanın görmemek için kör olmak zorunda kaldığı- o büyük var oluş ve var kalış savaşında Yeni Şafak, hep ve her seferinde savaşın en ön safında, “Bu saatten sonra sonunu düşünen namussuzdur, alçaktır” diyerek ilerlemiş çünkü yoluna. 28 Şubat’ın karanlık dehlizlerinde de böyle olmuş bu, halk iradesine ipotek koymaya çabalayan vesayet odaklarına karşı da böyle olmuş, kara siyasa ve daha da kara sermaye karşısında da böyle olmuş. Bu hikâyenin yani Yeni Şafak’ın 30 yıllık hikâyesinin son 11 yılına köşe yazarı olarak ben de şahit ve müdahilim. Adına “Gezi Olayları” denilen ve dünyanın pek çok noktasında eş zamanlı olarak başlatılan o tuhaflığın tam ortasını da, Mısır’daki adamımız Mursi’nin bir darbe ile devrilmesi sürecini de, 17-25 Aralık ihanetini de, 15 Temmuz destanını da, bu destandan sonra üç kuruşluk çıkarları için çeteleşen bir takım odaklarla mücadele sürecini de, 7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı ve sonrasında gelişen Siyonist İsrail soykırımını da burada, artık “evim” dediğim bu ocakta yaşadım. Her seferinde -istisnaların sadece kaideyi güçlendirdiğini unutmadan- Yeni Şafak için gururla şunu söyleyebildim: “Bu sefer de........