“Alırsın kıymetin bilmen, dükkân önün toz edersin”

“İnsan dediğinin ömrü, hayal kırıklıklarının toplamından ibarettir” diyen adamı hatırlamasan da olur. Ama şunu hatırla: “İnsan sıfatında çok geldim gittim / bülbül oldum Firdevs bağında öttüm / bir zaman gül için zara düş oldum”

Belki yirmi, belki yirmi beş yıl oldu. Çanakkale’nin o küçük kasabasının o küçük taş evinde kalırken ev sahibemiz olan yaşlı kadın, geceden bir tasa çekirdek içi koyuyor, sabah bülbüller o çekirdek içlerine geliyor, çekirdekten yiyip karınlarını doyurduklarında başlarını gökyüzüne dikip o güzel sesleriyle ötüyorlardı bir süre.

Şöyle düşündüm önce. Demek ki bülbüller de her hayvan gibi rızkın kimden geldiğine kani oluyorlar da aracıya minnet etmeden başlarını gökyüzüne dikip kendi dillerince şükrediyorlar.

Böyle düşünmek, belki de Yunus’un dediğiydi: “Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü.”

Üçüncü, belki de dördüncü sabah, bülbülleri rahatsız etmemek için oturduğum o uzak köşede birden şiirin devamını da anladım: “Bostan ıssı kakıdı, der ne yersin kozumu?” Çünkü şunu fark ettim. Bülbül, o çekirdek içini yemese aklına şükretmek gelmeyecek. Çünkü hayvanlığın doğasında önce nimete kavuşup sonra şükretmek vardır belki de.

Şakik-i Belhi’nin tacı tahtı bırakan İbrahim Ethem’e “şükür konusunda Belh’in köpekleri de senin yaptığını yapıyor, bulurlarsa yiyorlar, bulamazlarsa şükrediyorlar. Biz, bulursak pay ediyoruz, bulamazsak şükrediyoruz” dediğini hatırlamasan da olur. Ama........

© Yeni Şafak