Kim kime neyi, nasıl ve ne sebeple anlatır ya da anlatılan kimin hikâyesidir!

Son yıllarda vakti zamanında okuduğum kitapları sesli kitap olarak tekrar “okuyorum”/dinliyorum. Seyrettiğim filmlerin bazı sahnelerini tekrar izliyorum. Boş Beşik filminin bir bölümünü geçtiğimiz yaz tekrar izlediğimde sinematografik özellikleri ve köylülüğü (göçerliği de tabii) değişmez bir yapı olarak sabitlemesi bir yana, toplumsal bir meselesi olması bakımından dikkate değer buldum. Yönetmen-liğini Orhan Elmas’ın yaptığı film Necati Cumalı’nın bir oyununa dayanıyor. Filmin senaryosunu Orhan Elmas, Memduh Ün ve Duygu Sağıroğlu’nun yazdığı Boş Beşik filmindeki rolü ile Fatma Girik, 1970 yılında 2. Altın Koza Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanmış.

Filmi ilk defa bütün mahallenin büyükannemlerin salonuna dolduğu bir kalabalığın ortasında, münazara mantığı atmosferinde, gelen misafirlere ikram yükümlülüğü altında, bölük pörçük seyrettiğimi hatırlıyorum.

Beğenmeyenler kendi köy tecrübelerine dayanarak “Bizde böyle şey olmaz” diye itiraz ederken; beğenenler “Bizim köyde de böyle şeyler olmuştu” diye filmi hararetli bir şekilde “müdafaa” ediyordu.

Kulağımda kalan en hakiki itiraz “Yav artist milleti, senin köyünü de bilmez bunun köyünü de. Efendi efendi seyredin işte” idi. İtirazın sahibi Tosyalı idi ve bir kasabalı olarak “köylülere” mesafesini koyması ile meşhurdu.

Yıllar sonra anladım ki Boş Beşik, 1934 tarihli Bataklı Damın Kızı Aysel filmine göre oldukça “yerli” idi.

İlk köy filmi olarak adı geçen, yönetmenliğini ve yapımcılığını Muhsin Ertuğrul’un yaptığı, senaryosunu Nazım Hikmet’in yazdığı Bataklı Damın Kızı Aysel filmi bir hayli “ecnebi” bir film. Filmin senaryosu, Selma Lagarlöf’ün bir İsveç köyünde geçen hikâyesinden uyarlanmış; aynı isimle 1917 tarihli bir sessiz filmi de çekilmiş. Uyarlama o kadar bariz ki bir sahnede filmin ana kahramanı Ali, köylü kızı Aysel ile vedalaşırken elini sıkıyor.

Üzerinde konuşabilmek için önce kısaca filmin olay akışını vereyim. Aysel, çalıştığı çiftlik evinin sahibinin tecavüzüne uğramış ve ondan bir çocuğu olmuş fakir bir köylü kızıdır. Mahkemede hakkını aramak üzere şehre giderken Ali ile karşılaşır. Ali onu arabasına alır, ama hikâyesini öğrenince “Bilseydim, almazdım” der. Mahkemede, çocuğunun babası olan çiftlik sahibi yalan yere yemin etmesin diye davasından vazgeçen Aysel’i çok takdir eden Ali, onu yatalak annesine bakım için işe alır. İstanbullarda okuyan ama köyü çok sevdiği için dönen bir çiftlik sahibinin kızı olan Gülsüm’le nişanlıdır Ali. Gülsüm, adı çıkmış bir kızı gelin geleceği evde istemediği için Aysel’i evine geri gönderirler. Düğünden bir gece önce arkadaşlarıyla içki içen Ali bir kavgaya karışır. Kavgada Aysel’e tecavüz eden adam öldürülmüştür. Ali, çakısının ucundaki kırık yüzünden kendisinin öldürdüğünü zanneder. Gülsüm bir katil olduğu için onunla evlenmekten vazgeçer. Ali, başından beri onun masum olduğunu bilen Aysel’i sevdiğini anlar. Anne babası da Aysel’le evlenmesini onaylarlar.

Tüm bu olaylar bize aktarılırken köylüler İstanbul Türkçesi ile konuşmakta, arka fonda yerel ezgiler devlet klasik sanatçıları tarafından senfoni orkestrası eşliğinde seslendirilmektedir.

Her ne kadar köydeki alet edevatı sergileme, hayvanların sürüler halinde yürüyüşlerini, tarlada çalışma manzaralarını görüntüye aktarma bakımından antropolojik bir kıymete sahipse de filmin, dönemin Türk köyüne ve köylüsüne dair bir fikir verdiğinden, onların hayatına dair bir şeyler söylediğinden bahsedemeyiz. Ama filmde, modernleşmeci elitlerin “Türk köylüsü” tasavvuru yahut da “köycülük” anlayışına dair ipuçları bulmak mümkün.

Bir sıfat olarak “ilk köy filmi” iltifatına mazhar olmuş olan Bataklı Damın Kızı Aysel filmi üzerinden şu soruyu sormamız gerekiyor: Bu film, kime kimi anlatmak maksadıyla çekilmişti? Çünkü dönemin sansür kurulu anlatılanın sahici bir hikâye olmasını değil, “el âlem........

© Yeni Şafak