Çürüme: İçeriden dışarıya… |
Geçtiğimiz pazar günkü “çürüme” yazısının devamını getirmem gerekiyor. Ancak peşinen şerh düşeyim; haddimi aşarak ahkam kesmek niyetinde değilim.
Hatta en sonda söyleyeceğimi, dilimden düşürmediğim ve herkesin etmesini dilediğim şu dua ile baştan ifade edeyim: “Allah ayağımızı sabit kılsın, şaşırtmasın.”
Ayyuka çıkan, yukarıdan aşağıya seyreden
çürümenin aslında “içeriden dışarıya” doğru yayıldığı
da aşikar. İçimizde büyüyen, sessizce ilerleyen, dokunduğu her şeyi renksizleştiren bir çözülmeden söz ediyoruz. Bir çürüme var, hatta bunu söylemek artık bir tespit olmaktan bile çıktı. Hepimiz farkındayız, sadece yüzleşmek işimize gelmiyor.
“Kimse kimseye ahlak satmasın”
diyoruz ama herkes kendi küçük iktidar alanından başkalarına ahlak ölçüp biçmekten de geri durmuyor. Ötekinin günahını, yanlışını, açığını konuşmak kolay, dönüp kendi nefsimize bakmak ise kibre, enaniyete takılıyor.
Kaldı ki artık hepimiz, sosyal medyanın şişirdiği egoların da etkisiyle
kendimizi özel, ayrıcalıklı, korunaklı ve “aşırı önemli” sanıyoruz.
“Ben böyleyim, bana dokunamazlar, ben başkalarına benzemem” duygusu, çürümenin en tehlikeli hali değil midir? Elimizi nereye atsak bu kibrin izini görüyoruz.
Misal, işgal ettiğimiz makamları, mevkileri gerçekten hak ediyor muyuz?
Bu soruyu sorduğumuzda hemen o kaçamak karşı soru geliyor:
“Kim hak ediyor ki?”
Herkesin “herkesleştiği” ve sıradanlaştığı devasa bir sepette, çürümenin nereden, nasıl başladığının da bir önemi kalmıyor sanki. Oysa en temel, en can alıcı soruyu kendimize sorabiliyor........