“O gün” geldiğinde: Bir anahtarın ağırlığı |
Bazen bir görüntü, binlerce sayfalık rapordan, diplomatik metinlerden ve siyasi açıklamalardan daha net anlatır meseleleri. O birkaç saniye, ağır bir yük gibi gelir oturur yüreğinize. Suriye... Yanı başımızdaki yangındı. Yıllardır konuştuk, stratejiler üretildi, “sınır güvenliği” denildi, “göç dalgası” önlemleri alındı. İstatistikler tutuldu, verilerin sosyolojik sonuçları tartışıldı.
Ama o “dalganın” içindeki insanı, o istatistiğin satır aralarındaki “kalbi” ne kadar görebildik?
Geçtiğimiz günlerde TRT 1’de yayınlanan, genç yönetmen Emre Karapınar’ın
“O Gün Geldiğinde”
belgeselini izlerken boğazımda bir düğümle kaldım. Emre, kamerasını bombardımanın en sıcak saatlerinde İdlip’ten kaçanların yüzüne çevirmişti. O görüntülerde sadece korku yoktu.
Bir daha dönüp dönemeyeceğini bilemediği evinin kapısını kilitleyen babaların, eşiğin dibine çöken çaresizliği vardı.
Belgesel, 2019 yılında İdlip’teki o korkunç sıkışmışlıkla başlıyor. Rejim uçakları tepede, şehre ölüm yağıyor. İnsanlar, dişleriyle tırnaklarıyla yaptıkları evlerini, “ömrümü verdim” dedikleri yuvalarını geride bırakıp sınıra, yani bilinmez bir yola yürüyorlar. Fakat giderken kapılarını kilitliyorlar, anahtarı ceplerine koyuyorlar.
O anahtar... Sadece metal bir parça değil. Bir gün geri dönme umudunun, “burası benim” demenin, toprağa tutunmanın mührü.
Kendinden, eşinden, çocuklardan başka yanına alabildiğin, elde kalan tek tutunacak dal, işte o anahtar.
Hatırlayalım ve yüzleşelim: Biz buralarda “Suriyeliler de çok oldu”........