Yine yıl sonuna geldik ve asgari ücret gündemin ilk maddelerine doğru tırmanmaya başladı. Ama ne var ki; Türkiye'de asgari ücret meselesi ne yazık ki olması gereken zeminde tartışılmıyor. Çünkü asgari ücretin tanımına baktığımızda, bir işçinin hayatını normal koşullarda sürdürebilmesi için gerekli en alt gelir düzeyi olarak tanımlandığını görürüz. Uzun uzun teknik tanımlara girmeye gerek yok; asgari ücret, özü itibarıyla insanın insanca yaşayabilmesi için gereken sınırı ifade eder.
Ancak bugün Türkiye'de tartışılan asgari ücret, bu tanımın çok uzağındadır. Açıkça söylemek gerekir ki biz artık yoksulluk sınırını değil, açlık sınırının dahi altında kalan bir asgari ücreti konuşuyoruz. Mevcut rakamlar ortadadır. Açlık sınırı 29–30 bin lira bandında açıklanırken, asgari ücret 22 bin lira civarındadır. Diyelim ki bu rakama yüzde 25 ya da yüzde 30 oranında bir artış yapıldı. Uluslararası finans kuruluşlarının öngörülerine göre bu artışlarla dahi asgari ücret 26–27 bin lira civarında kalacaktır. Yani daha işe başlamadan açlık sınırının altında kalan bir ücret söz konusudur.
Bu nedenle bu rakamların toplumda bir rahatlama yaratması mümkün değildir. Ancak burada ikinci bir sorun daha vardır. Asgari ücret artırıldığında, bu artış doğrudan maliyetlere yansımaktadır. İşveren üzerindeki maliyet baskısı arttıkça, bu durum fiyatlara yansımakta; fiyatlar yükseldikçe de yapılan ücret artışının alım gücü kısa sürede erimektedir. Dolayısıyla mesele, "asgari ücret ne kadar olsun" sorusundan çok, alım gücü nasıl artırılır sorusudur.
Asıl çözümün neden bugüne kadar bulunamadığı da burada........