Asırlar öncesinden gelen bir nur… Allah aşkıyla dolmuş bir gönül…
Ve o gönlün adı: Gavsü'l Âzam, Seyyid Abdülkadir Geylânî Hazretleri.
1077 yılında İran'ın Geylan beldesinde, nurlu ve mübarek bir ailenin evinde dünyaya gelen bu büyük zat; hem anne hem baba tarafından Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a)'in pak soyuna mensuptu. Hz. Musa Kâzım'ın torunu, Resûlullah'ın kanından gelen bir yıldızdı. Daha beşikteyken dahi hâliyle, tavrıyla, hatta susuşuyla bile işaretler taşıyan bir kaderin sahibiydi.
Annesinin rivayet ettiği keramet, onun daha bebekken nasıl bir ilahî murakabe altında yetiştiğini göstermektedir. Ramazan-ı Şerif geldiğinde gündüz vakti annesinin sütünü emmez, komşular Ramazan'ın girip girmediğini küçük Abdülkadir'in bu hâlinden anlardı. Emiyorsa Ramazan değildir, emmiyorsa Ramazan'dır. Henüz bebekken oruç hâlini yaşayan bir ruh…
Bağdat'a gelişi ise başlı başına bir hikmettir. Dönemin uleması ve evliyası, manevî keşif ile "aramıza bir delikanlı geliyor" diye hissetmişti. Onu denemek, aynı zamanda "burada sana ihtiyaç yok" demek için bir tas süt gönderirler. Tasavvufta süt, feyzi ve manevî muhabbeti temsil eder. Yani demek isterler ki: "Bağdat bir tastır, evliyanın feyziyle doludur." Abdülkadir Geylânî Hazretleri ise besmele çekip elini uzatır, bir gül alır. Rivayete göre bu gül cennettendir. Gülü sütün üzerine koyar ve şöyle buyurur:
"Ben de buranın gülüyüm."
O an anlarlar ki, bu zat sıradan biri değildir; kabul edilmesi gereken bir ilahî tecellidir...
Kürsüye geçtiğinde sözleri yalnız kulaklara değil, doğrudan kalplere işlerdi. Binlerce insan onun sohbetlerine koşar, Bağdat sokakları Allah aşkıyla yankılanırdı. Öyle........
© Yeni Mesaj
visit website