“Bugün Hellimli Bulla günüydü: Kullis amcanın naneleriyle barışın ve dostluğun kokusu…” |
Birgül Kılıç Yıldırım
(Değerli arkadaşımız, Barışsever Birgül Kılıç Yıldırım, ‘Bugün hellimli bulla günüydü: Kullis amcanın naneleriyle barışın ve dostluğun kokusu’ diye yazıyor… Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)
Bugün yine bizim evde hellimli bulla günüydü.
Bilmem neden… ama ne zaman bulla yapsak, evde sadece hamur değil, bir şeyler daha yoğruluyor sanki.
Annemin sesiyle, elleriyle, mutfağın sıcağıyla birlikte çocukluğum da gelir mutfağa.
Fırın yakılır, hamur kabarır, nane kokusu duvarlara siner…
Ve ben her seferinde içimden "İyi ki buradayım," derim.
Küçükken annemle birlikte yoğururdum bu bullaları. O da kendi annesinden öğrenmiş.
Şimdi sıra bende. Gelenek gibi değil, sanki bir duyguyu taşıyormuşum gibi.
Bulla bizim için sadece bir hamur işi değil.
Bir sevgi dili.
Bir geçmişe sarılma hali.
Ve bazen de barışa açılan bir kapı...
MİRANDA’NIN BABASI KULLİS AMCA’NIN VERDİĞİ NANECİKLER…
Sabah erkenden kalktık bugün.
Hellimleri doğradık, biraz da soğan kattık. Ama en önemlisi: taze nane…
Ve o nane öyle marketten alınmış sıradan bir şey değildi.
O nane, çok sevdiğim arkadaşım Miranda’nın babası, Kullis Amca’nın verdiği bir fideden büyüdü.
Kullis Amca…
Sadece bir komşu değil, sadece Miranda’nın babası da değil…
O, bu adanın en güzel yanlarını taşıyan bir insan.
Sıcacık yüreğiyle, hiç yükseltmeden sesini, ne çok şey anlattı bana... En çok da can dostum dediği arkadaşí õgretmen Mustafa'yı anlattı.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Paskalya’da onların evine gittiğimizde, bahçesinden kendi elleriyle koparıp uzatmıştı nane dallarını:
“Al, suya koy… köklensin. Sonra ek o sapları, tutar onlar.” demişti.
Ben de öyle yaptım.
22 Mayıs 2025’te bu ziyaretle ilgili şöyle yazmıştım:
“…Bu yıl Paskalya’yı güneyde, can arkadaşım Miranda’nın köyü Kliru’da geçirdik. Miranda’nın annesi Litsa teyze ve babası Kullis amca bizi öyle içten karşıladılar ki, insan kendini evinde hissediyordu.
Litsa teyze mutfakta harikalar yaratmıştı o gün. Sofra, çeşit çeşit yemekle doluydu. Ama en çok aklımda kalan, mis gibi kokan pilavunacıklardı. Litsa teyze onları mutfaktan gülümseyerek getirdi, yanına da kendi sıktığı limonatadan koydu. Pilavunacıkların tadı bir başka güzeldi. Öyle lezzetliydiler ki, insan bir tane yedikten sonra duramıyor, bir tane daha istiyordu. “Nedir bu lezzetin sırrı?” diye sorduğumda, Litsa teyze göz kırparak anlattı: “Sadece Paskalya’da satılan özel bir peynir… ve olmazsa olmazı Kullis’in naneleri.”
Sonra Miranda’yla birlikte bahçeye çıktık. Naneleri görmek istedim. Limon ağaçlarının gölgesinde, rengârenk çiçeklerin arasında capcanlı nanecikler dizilmişti. O kadar tazeydiler ki dokunmaya kıyamadım. Belli ki Kullis amca onları sadece sulamamıştı… Onlara sevgisini vermişti. Her yaprakta onun ilgisi, her kokuda onun emeği hissediliyordu. Naneler onun ellerinde büyümüş, onun yüreğiyle can bulmuştu.
Miranda bir demet de bana topladı, “Bunları da senin için,” dedi. Eve dönerken o nanecikleri kalbimde taşıdım. Klirou’dan Livera’ya uzanan yol boyunca içimde sıcak bir huzur vardı. Şimdi o naneler bizim bahçede yeşeriyor. Ben onlara “Kullis amcanın naneleri” ismini verdim. Rüzgârla salındıklarında, Kliru’nun bahar kokusu geliyor sanki.
Seneye Paskalya’da, pilavunacıklarımızı işte bu nanelerle yapacağız. Ama ben biliyorum ki, asıl lezzet, dostlukta, paylaşımda ve sevgiyle büyüyen küçük detaylarda gizli…”
KÜÇÜCÜK BİR DAL KÖKLENDİ, BÜYÜDÜ, KOCAMAN OLDU…
Ve bahçemizde, Kullis amcanın nanelerinden yetiştirdiğimiz küçücük bir dal, köklendi. Büyüdü. Kocaman oldu.
Tıpkı biz büyürken aramızda kök salan dostluk gibi…
Miranda’yla farklı diller konuşsak da, aynı duygularda buluşuruz hep.
Çünkü biz bu adanın iki farklı yanında büyümüş, ama aynı güneşe bakmış çocuklarız.
Bizim şakalarımız da benzer, yemeklerimiz de, bayramlarımız da…
Çünkü biz Kıbrıslıyız.
Çünkü biz özünde biriz.
O NANEDE SEVGİ VARDI, HATIRA VARDI, BARIŞ VARDI…
Bugün bullalara kattığımız nane, sadece bir tat değildi.
O nanede sevgi vardı, hatıra vardı, barış vardı.
Hamur yoğruldukça anılar karıştı içine.
Fırından çıkan koku sadece ekmek kokusu değildi — evin, dostluğun, barışın kokusuydu.
Kapı çaldı sonra…
Bir komşu uğradı, sonra bir diğeri…
Kimin yolu düşerse içeri buyur ettik.
Bir tabak bulla, bir bardak çay, bir gülümseme…
Ve bir bakmışsın, küçücük bir mutfakta koca bir dünya kurulmuş.
SADECE BULLA YAPMADIK, GEÇMİŞİMİZİ PİŞİRDİK…
Bugün biz sadece bulla yapmadık.
Bugün geçmişimizi pişirdik.
Birlikte yoğrulmuş sevgiyi, ekmeği, dostluğu paylaştık.
Ve ben o bulladan bir parça alırken şunu........