Aşırı Sağın Söylemi Düşmanlığı Körüklüyor

Dünyada ve AB ülkelerinde aşırı sağın yükselişte olduğu bir vakadır. Bu olgunun nedenlerine dair çok şey söylenebilir. Örneğin son otuz yıldan beri neo-liberal globalleşmenin yarattığı olumsuz sonuçlar, toplumların milliyetçiliğe yönelmelerinde oldukça etkili bir faktör olmuştur.

İşsizlik, eşitizlik, güvencesizlik ve yarına dair büyüyen endişeler, yanıltıcı bir terapi olarak milliyetçiliğe ve ulus-devlete sarılmaya yol açıyor.

Mülteci ve göçmen hareketlerinin yaygınlık kazanması, toplumların giderek daha büyük oranda mozaik nüfus yapıları edinmesi ve aşina alanların değişime uğraması gibi sorunlar da “milli kimliği” korumak gibi milliyetçi refleksleri ve hassasiyetleri beraberinde getiriyor.

Aşırı sağ, bu durumu yaratan neo-liberal globalleşmeye karşı çıkmıyor. Ekonomik sömürüye karşı eşitliği ve toplumsal adaleti savunmuyor. Sadece, ülkelerin değişen nüfus yapısından hareketle, “milli kimliğin”, “kültürün” ve “milli egemenliğin” tehlikede olduğunu ve korunması gerektiğini ileri sürüyor ki, bu oldukça tehlikeli bir retoriktir.

Aşırı sağ demokratik ulus anlayışından uzaklaşarak özcü bir ulus anlayışına yöneliyor ve bu yaklaşımıyla da demokrasiye ve çoğulcu topluma karşı tehdit oluşturuyor.

Bu anlayışa göre, ulus homojen ve organik bir bütünlük arz etmelidir. Ortak tarih ve ortak kültüre dayandırılan bu ulus anlayışında ulus en yüce değer olarak görülüyor.

Ulus ve halk özdeş, bir ve tek sayılıyor, öyle olması isteniyor. Bir ülkede nüfusun parçası olup farklı bir kültürel geleneğe bağlı olanlar, o ulustan değil, “yabancı” sayılıyolar. Hatta vatandaş olsalar bile aşırı sağ onlara “yabancı” gözüyle bakıyor.

Bu ulus anlayışına göre, sadece kültürel gelenek bakımından yabancı sayılmıyor.........

© Yeni Düzen