"Aşkı tarif etmeye çalışmak haybeden gerçeküstü bir çabadır. İçine etmek daha kolaydır.”
İnsanlık tarihi kadar eskidir muhtemelen, aşkı yorumlama ve anlama çabası…
Hele özgürlük bilincinin geliştiği, iletişimin sınırsızlığı zorladığı, tabuların birer birer yıkıldığı çağımızda aşkı tanımlamak çok daha zorlaştı.,
Kimilerine göre değersizleşti, sıradanlaştı ya da anlamını yitirdi aşk…
Kimilerine göre halen o güzel şarkı: Aşk hiç biter mi?
Aşk bitmese de ilişkiler başlamadan bitiyor çoğu zaman…
İşte bu noktada büyük usta Shakespeare’in sözü geliyor aklıma: “Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, bunu aşk sanıyorsunuz.”
***
Aşkın değilse bile ilişkilerin çok daha samimiyetsiz, maskeli ve temsili olduğunu gözlemliyorum.
Hele evlilikler!
Tam bir “gösteri”ye dönüştü…
Yalansız ilişki kalmadı neredeyse…
Gösteri ne kadar büyükse, hakikat o denli küçülüyor çoğu zaman…
Kimse kolay kolay “mutlak kontrol” istemiyor hayatında…
Niye istesin?
Bir ilişki yaşamak, sizi, o insanın “sahibi” yapmıyor asla…
Hele de günümüzde kendi bağımsızlığını kazanırken bireyler…
Bunlar bir pazar yazısına sığmayacak kadar da derin meseleler…
Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi diyenlerdenim şahsen…
***
Aşkı - ya da ilişkileri - tarif etmeye çalışmak haybeden gerçeküstü bir çabadır ve yanılma şansımız fazladır.
Tüm bunları bana yeniden düşündüren, bu hafta başında izlediğim harika bir oyun oldu.
“Haybeden Gerçek Üstü Aşk”ı söz ustası Yılmaz Erdoğan yazmış…
Kıbrıs’ın en yetenekli oyuncularından Osman Ateş ve Hatice Tezcan sahnelemiş.
Keyifle izledim…
50 dakika boyunca gülümsedim, memleketin olanca derdini unuttum, umutsuzluk ve karamsarlık ikliminden uzaklaştım.
Tiyatro kimi zaman da bunun için........