İnsan nasıl affeder?

“İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârâne, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi.” (16. Mektup.)

Bediüzzaman, cevabına, “Nefsime dedim” cümlesiyle başlar. Bu başlangıç çok manidardır. Bir saat kadar eski Said damarıyla müteessir oldum ifadesi böyle bir durumla karşılaşan her insanın hissedeceği bir duygudur. Fakat sonrasında Bediüzzaman bir dizi hikmet okumaları ve zihinsel süreçlerden geçerek bir muhasebeye girişir. Fakat bu muhasebeye girişmesinin arka planında Cenab-ı Hakkın rahmetinin olduğunu vurgular. Benim esas dikkatimi çeken nokta tam da burasıdır. Cenab-ı Hakkın rahmeti nasıl celp olmuştur? Sadece malumat yeterli olsaydı (bizde çoğu zaman bu dersleri aldığımız halde) hemen bu bilgiler zihnimize gelip bizi su-i davranışlardan veya su-i duygulardan kurtarırdı. Oysa okuduğumuz dersler tam da onu kullanmamız gereken yerde neden imdadımıza koşmuyor? Neden biz affetmekte zorlanıyoruz veya affedemiyoruz?

Buradaki düşünce ve manevi alt yapının sağlamlığı, kalpte yatan şefkat duygusu, ilmin izzeti, takva, hilm ve vakar gibi haller öfkeyle hareketi engellediği gibi, Cenab-ı Hakkın rahmetini de celbeden........

© Yeni Asya