Hâlbuki, Bediüzzaman bir asra yaklaşan uzun ve bereketli ömrünü, sadece İslâm âleminin değil, bütün insanlığın hem dünya hem de ebedi hayatlarını kazanmaları için adamıştı.
“Ben dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket mahkemelerinde geçti. Görmediğim eza, çekmediğim cefa kalmadı.” diyen bu fedakâr insan, bir yuva kurmak ve çoluk çocuğuyla birlikte mesut bir hayat yaşamak fırsatını bile bulamadı.
Hayatı hep çile, zahmet, meşakkat ve yokluklar içinde geçti.
Ancak o, bu yokluklar içinde varlığa kavuştu. Allah (cc) ona milyonlarca manevi evlat mesabesinde olan talebeler ihsan etti. “Netice-i hayatım” dediği ve Kur’an-ı Kerim’in bu asra bakan ve son çağa hitap eden telif ettiği Risale-i Nur tefsirleri dünyanın her tarafına yayıldı.
Eserleri çeşitli dillere tercüme edildi, çeşitli ülkelerde okunur oldu. Nice insanların imanı Nur Risaleleri sayesinde kurtuldu ve yabancı insanlardan bir kısmı onlar sayesinde İslâm dinini seçti. Böylece, dünya ve âhiret saadetini elde etti.
Bediüzzaman, bu milletin bağrından çıkmış ve kısa zamanda ilim tahsilini tamamlayarak hizmet meydanına atılmış bir dâvâ adamıydı. Onun dünyasında........