İki mevsim kavşağında Sultandağı
İç içe dürülmüş âlemlerin değişen ruh dünyamıza hitap eden sanat harikaları, güzel nakışları, hoş terennümleri, latîf sanatları ve ihsanları hayatın ve zamanın çehresine perde perde yansır. “Evet bu kâinat, bin birlikler perdesi içinde sarılı bir gül goncası gibidir.” (Şualar, s. 28.)
Bir ulvî sürür verir sabahın aydınlığı, Sultandağı’nda güneş doğarken ufuklardan. Yeryüzü hazinesi çok sesli çığlıklarla tevhid delillerini fısıldar kulaklarımıza rüzgârın sesiyle. Gözümüzün uzandığı yerlere kadar renklere boyanmış, süslenmiş tabiatın konuşan manzaraları tefekkür âlemlerine alır götürür bizleri…
Akşamların şairleri konuşturan işvesi başka olur. Güneş ufuktan batarken gecenin lâhutî ve hafî zikri, aşk-ı hakikînin en münteha eşiğine alır götürür kalbimizi. “Kızıl alevlerle yanarken sular, / Bendeki ateşi yakıyor akşam.” Başka bir şair, “Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak / Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...” Geçen yılları, ömür ağacından dökülen sonbahar yapraklarına benzetmiş. Ağlamak beyhude…
Sultandağı’nda her mevsimin farklı güzellikleri olur. Dağların yüksekliği, sessizliği, tenhalığı........
© Yeni Asya
visit website