Sessizliğin lisanı: Hafî lâtifesi ve derin marifet yolculuğu |
Âlem-i şehâdetin en câmi’ ve en bedî’ nüshası olan insan, yalnızca cesetten ibaret bir varlık değildir. Onun derinliklerinde, gözle görülmeyen fakat kalpte hissedilen nuranî ve lâtif cepheler vardır. Risale-i Nur’da zikredilen kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ gibi latifeler; insanın iç âlemine açılan marifet pencereleri hükmündedir. Bu letaif silsilesi içinde hafî latifesi, sükûtun içindeki fısıltı, sessizliğin dili ve en mahrem idrak makamı olarak hususî bir ehemmiyet taşır.
Hafî, Arapça’da “gizli, saklı, derin” mânâlarına gelir. Bu latife, en ince ve en mahrem hakikatleri idrak etmeye istidadı bulunan manevî bir merkezdir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İmam-ı Rabbanî’den naklen şöyle buyurur:
“İmam-ı Rabbanî: kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın her bir unsurundan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir eder.”¹
Hafî latifesi; Cenab-ı Hakk’ın el-Hafî, el-Latîf, el-Habîr gibi esmasının derin cilvelerine mazhar olur. Dile dökülemeyen, kelimeye sığmayan niyazlar bu lâtifede yankı bulur; kulun sessizce Rabbine yöneldiği kapı hâline gelir.
Hafî’nin Ubudiyeti ve Marifet........© Yeni Asya