Allah’ın kendini tanıtması, onun bize olan ihtiyacından değil, bizim ona olan ihtiyacımızdan kaynaklanmış ve o da sonsuz rahmetiyle bu fıtrî ihtiyacımızı yerine getirmek için kendini bize tanıtmıştır.
İnsan âciz, güçsüz, zayıf olduğu gibi muhtaç olduğu hiçbir şeyi yaratamayan, her an ihtiyaç duyduğu havayı bile yoktan var etmekten çok uzak olan, diğer yandan bir çiçeği istediği gibi, bir baharı da isteyen, bir baharı arzu ettiği gibi, ölümden sonra cenneti de aşk derecesinde arzulayan, hayalleri, emelleri ebede kadar uzanan zavallı-perişan bir mahluktur.
Bu mahluk bütün kâinatın yegâne sultanı olan Rabbini tanımazsa, bütün ihtiyaçlarını yerine getirebilen kudrete sahip olan kendi malikini bilmezse, bütün dünyanın sultanı dahi olsa kaç para eder.
Allah (cc), “Ben cinleri ve insanları yalnız beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım.”1 buyurmakta.
Hz. Peygamber (asm) da bir kudsî hadiste: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim [bilinmeye muhabbet ettim] ve kâinatı yarattım”2 buyurarak beşerin nazar-ı dikkatini marziyat-ı İlâhîye’ye çekmektedir.
Demek ki, beşer için, Allah’ı tanımaktan daha önemli bir mesele yoktur. Kaldı ki, Allah’ı tanımayan, Allah’a nasıl kulluk edebilir? Marziyat-ı İlâhîye’nin netayicinde, ebedî bir hayat olan cennet gibi mükâfattan nasıl istifade edebilir?
Bu vesile ile Kocaeli........