Hakikat ve yalanın savaşı - Ân diyarı (59)

Kendimizden çok başkalarıyla yatıp kalkıyoruz.

Şimdi'den çok geçmiş ve gelecekle oyalanıyoruz.

İçimizden çok dışımızla uğraşıyoruz.

Her ân bir ayrılığı yaşadığımızı pek hissetmiyoruz.

Nefeslerimizi duymadan yaşıyoruz nerdeyse.

Uyuyup uyanıp "dünya" soluyoruz.

Mevsimlerin devir teslim törenlerine ya hiç gitmiyoruz ya çok geç kalıyoruz.

Halbuki koca tecrübelerden sonra bu yol, yol değilse bir yeni yol bulabilmeliydik.

“Esbap bilkülliye sükut etti”ğinde ne diyeceğimizi de unutturmuşlardı.

Yine halbuki yolumuzu dağlar kestiğinde dağı delen Ferhat’tık.

Çölleri güle ve aşka boyayan Mecnun’duk.

Bir arayışın simgesiydi dağların delinmesi, çöllerin bahar gibi yürünmesi…

Bir kapı bulma, bir pencere aralama, bir ufuk açma telâşıydı bu fotoğraflar.

İnsan olma yolunda olmanın yolları herkese göre de değişiyordu. Bin kapılı bilmeceyi kendisinin ve hele başkasının çözmesi, çözdükçe çözülesi hâli işte buydu.

İnsanlığını aynalarda pırıl pırıl seyretmek isteyenlerin aynalarını çatır çatır kıranlar da........

© Yeni Asya