Medine Sözleşmesi mi dediniz?

Diyarbakır’da, Sezai Karakoç Kültür ve Kongre Merkezi’nde başlayan Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu’nun 1. Olağan Kongresi, sıradan bir sivil toplum faaliyeti olmanın ötesinde, sembolleri ve çağrışımlarıyla dikkat çekici bir tablo sundu. Kongre salonundaki barkovizyonda yalnızca Kürtçenin yer alması, mekânın Said Nursi fotoğraflarıyla donatılması ve Abdullah Öcalan’ın Medine Vesikası’na yapılan atfı, ister istemez şu soruyu gündeme taşıdı: Burada gerçekten ne konuşuluyor ve bu konuşma kimin adına yapılıyor?

Medine Vesikası, İslam siyaset düşüncesinde birlikte yaşama, farklılıkların tanınması ve hukuki düzen fikri bağlamında sıkça referans verilen bir metin. Farklı dinlerin, kabilelerin ve aidiyetlerin aynı şehir sözleşmesi altında bir araya gelişini anlatır. Ancak bu metnin modern Türkiye serüveni, yalnızca tarihsel veya teolojik bir ilgiyle sınırlı kalmadı. 1990’lı yıllarda Ali Bulaç’ın “Birlikte Yaşama Prensipleri” başlığı altında yaptığı çalışmalar, Medine Vesikası’nı doğrudan güncel siyasal tartışmaların merkezine taşıdı. Daha sonra Bulaç’ın FETÖ ile ilişkilendirilmesi ise, bu kavram etrafında kurulan her cümleyi otomatik bir şüphe alanına hapsetti.

Bu noktada sorulması gereken ilk soru basit ama rahatsız edici: Medine Vesikası neden Türkiye’de hep siyasal sıkışma anlarında hatırlanıyor? Neden bu metin, normal zamanların değil de kriz dönemlerinin başvuru kaynağı oluyor?

Daha da önemlisi, İslam’la kurduğu ilişki kamusal alanda son derece problemli, hatta Müslüman olduğuna dair açık bir emare dahi bulunmayan Abdullah Öcalan’ın Medine Vesikası’na atıf........

© Yeni Ankara