Yakın tarihimizin gördüğü en hararetli sosyal, hatta siyasî tartışmalardan biri, köpekler üzerinde dönüyor. Köpeklerin itlafını savunanlar ile yaşaması gerektiğini savunanlar arasında yaşanan gerginlik savaşa dönüşüyor yer yer. Şimdi söz parlamentoda.
Ben tabii ki sokaklarda güvenliğin olmazsa olmaz şart olduğunu düşünenlerdenim. Şehirde insanın güvenliği esastır.
Peki, bu görüşüm, köpeklerin şehirlerde asla yaşama hakkı bulunmadığı anlamına mı geliyor?
Tabii ki değil ama köpekler insanlara zarar veriyorsa itlaf dahil her türlü tedbirin alınması kaçınılmazdır. Hele ki kuduz gibi hastalıkların yayılması karşısında sert tedbirler alınması şarttır. Nitekim Sultan 2. Abdühamid devrinde, 1887 yılında dünyanın üçüncü kuduz hastanesinin, asıl ismiyle “Dâü’l-Kelb Tedavihanesi”nin başkent İstanbul’da açılmasını gerektiren şartlar gerçekten acil ve vahim boyutlara ulaşmış durumdaydı.
Hayvan ve insan hakları savunucuları arasında kıyasıya süren tartışma bir süre gündemimizi işgal edeceğe benzer. Bu vesileyle ben de aşağıda İstanbul’da köpeklerin tarihine dair birkaç not düşeceğim.
Bizans zamanında İstanbul’da, daha doğrusu Konstantinopolis’te sokak köpekleri olduğuna dair fazla bir bilgi mevcut değil elimizde. Bu yüzden genellikle bugünkü sokak köpeklerinin atalarının Fatih Sultan Mehmed’in ordusuyla birlikte İstanbul sokaklarını şenlendirdiğine inanılır.
Katliamların en iğrenci
Sokak köpekleri zamanla Müslüman İstanbul’un günlük hayatının ayrılmaz parçaları olmuş, bir canlıyı öldürmenin günah olduğuna inanıldığı için de varlıkları nesilleri asırlar boyu sürüp gitmiştir. Fakat pek çok başka şeyde olduğu gibi köpeklerin başkentteki uzun saltanat ve keyifleri İttihad ve Terakki zamanında........