Yıldırım Koç yazdı…
Kapitalizme karşı olmamın nedenlerinden biri de, insanları bir tüketim çılgınlığına mahkûm etmesidir. 1976 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti’ne gitmiştim. Oradan aldığım yatak çarşaflarını hâlâ kullanıyoruz. Öylesine dayanıklı yapmışlar. Türkiye’de eskiden dayanıklı olarak üretilen birçok ürün, artık belirli bir süre dayanacak şekilde üretiliyor. Böylece bozulan ürünün ya yedek parçasını bulamıyorsunuz ya da tamir edilmesi mümkün olmuyor. Mecburen yenisini alıyorsunuz. Kapitalizm doğayı da mahvediyor.
Ayrıca bir de gösteriş merakı ve bunun getirdiği tüketim çılgınlığı var. Sözde Türkiye’de “bir lokma bir hırka” anlayışı yaygınlaşıyormuş. Kesinlikle tam tersi söz konusu. Kapitalizm insanları müthiş bir gösterişçi tüketimin esiri haline getirdi. Birçok insan, ihtiyacı olduğu için değil, çevresindekilere gösteriş yapmak için alışveriş yapıyor. “Moda” denilen de bunun bir parçası. Canı sıkılınca alışverişe çıkan insanlar var.
Biz hâlâ eskinin sade yaşantısını savunan bir aileyiz.
Kızımızın dediğine göre, herkes bizim gibi yaşasaymış, kapitalizm çökermiş(!).
Yemek masamız ve sandalyeleri, rahmetli kayınpederlerin 1947 yılında evlendiklerinde aldıkları. Çok da memnunuz. Bizim aldığımız sandalyeler çoktan dağılıp gitti. Onlar sapasağlam duruyor.
Salondaki koltuklarımızı 30 yılı aşkındır kullanıyoruz.
1973 yılında aldığım bardaklarla çay içmeyi sürdürüyoruz.
Cep telefonlarımız da son derece sıradan. İşimizi gayet iyi görüyor.
Arabamız yok; arabanın gerekli olmadığını düşünenlerdeniz. Çevremizdeki insanların büyük bir çoğunluğu arabasız yapamıyor. Bir işçi toplantısında kaç kişinin özel arabası olduğunu sordum, sonra da “ben araba kullanmıyorum,” dedim. Benim araba sahibi olmam o kadar doğal kabul edilmiş ki, işçilerden biri, “şoförünüz mü var?” diye sordu. Durumu açıklayınca hepimiz güldük.
Tek lüksümüz, çok sayıdaki kitabımız.
Biz herhalde “eskiden kalma”yız. Biraz eskiden söz edeyim.
1950’li ve 1960’lı yıllarda........