Yıldırım Koç yazdı…
“Atatürk döneminde eski TKP’yi kim yönetiyordu?” sorusuna yanıt olarak birçok kişi, Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Reşat Fuat Baraner, İsmail Bilen gibi isimleri sayacaktır.
Bu komünistler ve arkadaşları Türkiye’de TKP’nin başındaydılar. Ancak TKP’yi onlar yönetmiyordu. Onlar kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlardı. Bunu da, “enternasyonalizm” adına yapıyorlardı.
Şöyle düşünebilirsiniz: Türkiye’de günümüzde faaliyet gösteren bir sendikanın herhangi bir ildeki şubesinin bu sendikanın genel politikalarının ve o ilde izleyeceği çizginin belirlenmesindeki gücü ve etkisi, TKP’nin dünyada ve Türkiye’deki konumundan çok daha güçlüdür. Bu şubenin delegeleri sendika genel merkez genel kuruluna katılırlar ve sendikanın politikalarını etkileyebilirler. Komintern’de TKP delegelerinin böyle bir gücü ve etkisi yoktu.
TKP, Komünist Enternasyonal’in (Komintern) bir “seksiyonu” veya “şubesi” idi. Komintern de, Türkiye’deki bir sendikadan çok daha merkeziyetçi bir yapıydı; her şeye Komünist Enternasyonal karar verirdi; TKP delegelerinin Komintern politikalarını etkileme imkanı fiilen bulunmuyordu.
TKP’nin politikalarını ve uygulamalarını belirleyen gücün, Sovyet Rusya’nın ve ardından Sovyetler Birliği’nin tümüyle kontrolü altında olan ve onun dış politikasının bir aracı olarak 1943 yılına kadar kullanılan Komintern olması, Türkiye’de sosyalist/komünist harekete büyük zarar verdi. “Dışarıdan” ve “başka bir devletin çıkarlarına uygun şekilde yönetilen TKP” halkımız tarafından benimsenmedi. Komünistler, başka bir devletten para alan, bu devlet hesabına çalışan “vatan hainleri” olarak kabul edildi.
Türkiye sosyalist hareketi, günümüzde halkın desteğini kazanacaksa, bunun önkoşullarından biri, geçmişteki bu olumsuzlukla hesaplaşmaktan geçmektedir.
Anadolu’daki Hafi Türkiye Komünist Fırkası ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Fırkası, İstanbul’daki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın illegaldeki İstanbul Komünist Grubu gibi yapılanmalar Komintern’e bağlıydı. Bu yapılar, 1925 yılında Akaretler Kongresi’nde, Beynelmilel İşçiler İttihadı’nın ve Hınçak Partisi’nin kalıntılarıyla birleşerek, Türkiye Komünist Partisi’ni oluşturdu.
Bu dönemde Komünist Enternasyonal faaliyetteydi. 1919 yılı Mart ayı başındaki 1. Kongresi’nde oluşturulan Komünist Enternasyonal; Bolşevik Partisi anlayışının hakim olduğu son derece merkeziyetçi bir dünya komünist partisi niteliğindeydi.
Türkiye Komünist Partisi de (öncülleriyle birlikte) Komünist Enternasyonal’in parçasıydı.
Mustafa Suphi, TKP Merkez Komitesi’nin 24 Ekim 1920 tarihli toplantısında şunları söylüyordu: “Fırka Üçüncü Beynelmilel’in bir uzvudur. Dört hak-ı reyimiz vardır.” (Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi 1920-1921, Dönüş Belgeleri-1, Çev.Sinan Dervişoğlu, Tüstav Yay., İstanbul, 2004, s.141). Ethem Nejat da şunları söylüyordu: “Burada kalacak diğer arkadaşlar ise Moskova’dan gelecek İstasova ve İliyava yoldaşlardan talimat ve maddi yardım aldıktan sonra Anadolu’ya giderek birinci kafile ile buluşacak.” (Dönüş Belgeleri-1, s.77)
Bu anlayış daha sonraki yıllarda da devam etti.
Komintern’in İkinci Kongresi’nde 6 Ağustos 1920 tarihinde kabul edilen Komünist Enternasyonal’e kabul koşulları (21 koşul) arasında, Komintern’in mutlak hakimiyetini öngören şu hükümler yer alıyordu:
“14. Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen her parti, karşıdevrimci güçlere karşı mücadelesinde herhangi bir Sovyet Cumhuriyetine koşulsuz destek vermek zorundadır.
“16. Komünist Enternasyonal’in kongrelerinin tüm kararları ve aynı zamanda (Komintern’in) Yürütme Komitesi’nin kararları,........© Veryansın TV