İslam dünyasının gerilemesinde akla ve düşünceye düşmanlığın tarihçesi

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

Yakup bin İshak el-Kindî (ölm. 252/866) İslam filozoflarının en büyüğü sayılır. Orta çağ Avrupası’nda Alchindus olarak anılır ve tanınır. Aristo’dan yola çıkarak felsefe yapan Meşşâî (peripatetik) ekolün baş temsilcisidir. 220 küsur eserden oluşan bir toplu eser bırakmıştır.

Kûfe ve Basra’da okuyup yetişti. İlk felsefi derslerini, akılcılık ekolü olarak bilinen Mûtezile düşünürlerinden aldı. Gençliğinin son yıllarında Bağdat’a göçtü ve hayatının geri kalan kısmını bu kentte geçirdi. İslam tarihinin filozof-kralı olarak bilinen ve Eski Yunan metinlerini tercüme ettirerek Batı’da Rönesans’ın yolunu açan Abbasî halifesi Me’mûn (ölm. 218/833 ) kurduğu ünlü Beytü’l-Hikme’nin önemli hocaları arasına Kindî’yi de katmıştır.

Akılcı ekol Mûtezile’yi koruyup kollayan Abbasî halifeleri dönemi bitip Sünnî nakilciliği resmileştiren Mütevekkil Alellah başa geçince, Kindî de itibardan düşmüş ve hayatının son yıllarını yalnızlık ve itilmişlik içinde geçirmiştir. Mütevekkil onun kütüphanesine el koydurdu ve bu ölümsüz filozofu ağır işkencelerinden geçirtti. Kindî, kendisine ve kendisi gibi düşünen akılcı bilgin ve filozoflara kötülük eden dinci saltanat ve çıkar çevrelerini tarihte ilk kez ‘din tüccarı’, akıl düşmanı’ diye niteleyen kişidir. Günümüzden tam 1150 yıl önce bu günleri görürcesine işte böyle demiştir.1

Kindî’ye göre, dincilerin en büyük kötülüğü, aklın işletilmesinin disiplini olan felsefeye ve onu temsil edenleredir. Şöyle diyor Kindî: “Bunların hayvanî nefislerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapatan karanlık, gerçeğin nurunu görmelerini engellemiştir. Saldırgan zalim düşman durumunda olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsüleri korumak için, elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insanî erdemlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları başa geçmek ve din tüccarlığı yapmaktır. Oysa kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir. Kim din tacirliği yaparsa onun dini yoktur. Varlığın hakikatinin bilgisini yani felsefeyi temsil edenlere karşı çıkan ve onu küfür sayanın da dinle bir ilişkisinin kalmaması gerekir.”2

İlk İslam filozofu Kindi, felsefe karşıtlığını doğrudan din istismarcılığına bağlamaktadır. Felsefe ve felsefi bilimlere, yabancı bir bilim gözüyle bakılamayacağını vurgulamaktadır. Ona göre felsefeye karşı çıkmak bilgisizliğin ve iktidar hırsının eseridir. Bilgisizlik ve iktidar hırsı, İslamcılığın en belirgin özellikleri olduğuna göre, İslamcı zihniyetin kökleri eskilere kadar gitmektedir.

Kindi, doğru ve yanlışı bilmenin yolunu öğreten dinin, felsefenin alanına girdiğini belirtmektedir. Aristoteles’in, “felsefeye karşı çıkmak, felsefe yapmayı gerektirir” sözünü yinelemektedir.

Özel anlamda yalnız felsefe değil, felsefe yapmanın temel ilke ve kaynakları da İslamcı zihniyetin hışmına uğramıştır. Akıl ve düşüncenin sapıklık ve inançsızlıkla suçlanması; İslam tarihinde başat bir gelenek halini almıştır. Örneğin Şemseddin Zehebi (ö. 1352) Ebu Hayyan Tevhidi’yi (ö.1023) felsefe yaptığı gerekçesiyle en ağır sözlerle kötülemektedir.3 Doğrudan felsefe söz konusu olmamakla birlikte, aklı ve sezgiyi dini meseleleri anlamak için gerekli gören sufiler ve kelamcılar aynı şekilde saldırılara maruz kalmışlardır.4

Bazen felsefe karşıtlığı, mutasavvıflardan gelmiş; felsefe dinsizlik ve sapıklıkla suçlanmıştır. Mevlâna bu mutasavvıfların başında gelir. Ona göre filozof Hannane5 direğinin sesini inkâr eder. Çünkü velilerin duygularından haberi yok, onlara yabancı, diyen Mevlâna, filozofları kastederek şöyle devam eder:

“Der ki: ‘halkta sevdanın aksi, birçok hayaller yaratır, onlara gösterir.’

Hâlbuki bu fikir, onun fesat ve küfrünün yansımasıdır. Bu inkâr hayali, ona fikrinden, inanışındaki bozukluktan gelmiştir.

Filozof cini, şeytanı inkâr eder; fakat inkâr eder etmez bir cinin, bir şeytanın maskarası olmuştur.

Ey........

© Veryansın TV