KKTC seçimleri: Kılıçla ve borsada kurulan devletler
Cem Gürdeniz yazdı…
Tarihte bazı devletler kılıçla, bazıları devrimle, bazıları ise borsada dış güçlerin yatırım hesaplarıyla kurulur. Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC kılıçla kurulmuştur. 19 ve 20.Yirminci yüzyıllarda halkların değil, yatırım fonlarının devlet kurduğu örnekler içinde Yunanistan, İsrail ve Körfez monarşileri sayılabilir. Hepsi, Batı hegemonyasının enerji-güvenlik-finans üçgeni içinde “suni devletleşme” örnekleri sunar. Bu yüzden bugün bölgede yaşanan çatışmalar, ulusların değil, sermayenin çıkar savaşlarıdır. KKTC ve Türkiye’nin güvenlik ve jeopolitiğini doğrudan etkileyen Yunanistan ve İsrail, tarih sahnesine ulusal iradeden çok, hegemonik finans merkezlerinin ve enerji kapitalizminin borsasında “jeopolitik hisse senetleri” olarak çıkmıştır. Bugün kılıçla kurulan Türkiye ve KKTC, küresel finans kapital ve hegemonya himayesinde borsada kurulan iki devletin daha doğrusu onları yöneten iradenin tehdidi altındadır. Yunanistan 19. yüzyılda Londra ve Paris bankerlerinin borç piyasasında doğdu; İsrail ise 20. yüzyılda Yahudi banker Rothschild finans ağının, İngiliz İmparatorluğu’nun ve daha sonra Amerikan petrol-kapital sisteminin doğrudan bir ürünüdür. Anglosakson Hegemonya bugünün İsrail ve Yunanistan üzerindeki devletleşme modelinin sahibidir. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin 2004 yılında AB’ye alınması da benzer şekilde borsa, dolayısı ile finans kapital sistemin bir kararıdır. GKRY 2004 sonrası Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını örselemek ve deniz diplerindeki doğal gaz rezervlerine küresel hegemonya adına vekillik yapmak üzere Kıbrıs Cumhuriyeti Kurucu Anlaşmalarına aykırı şekilde AB üyesi yapılmıştır. Finans kapitale teslim olmuş dönemin Ankara Hükümeti ve Hariciyesi bu girişime sadece sessiz kalmamış, Annan Planına evet diyecek kadar jeopolitik öngörü eksikliğinde hareket etmiştir. Tarihte bunun örneği yoktur.
Yunanistan, 1821 isyanından hemen sonra bağımsızlık mücadelesini sürdürürken, Avrupa bankalarının verdiği kredilerle doğdu. Avrupa 1800’lerin başında Birinci Sanayi Devrimini başarmış, Pax Britannica paralelinde hegemonyasını ilan etmiş ve Avrupalı kimliğinin konsolidasyonu zamanı gelmişti. Avrupalının tarifinde Roma Hukuku, Hristiyanlık ve Yunan Felsefesi üçlüsü yaratılmıştı. Türkler ile Avrupa arasında bir sınır çizilmeli ve Orta Çağda kalan Osmanlının parçalanarak hegemonyanın sömürgesine dönüşmesi için Balkanizasyon başlatılmalıydı. Bu sürecin iki başat aktörü İngiltere ve Çarlık Rusya’sı oldu. 1821 sonrası başlayan isyan sonrasında Yunanistan’ın kuruluşuna destek için Yunan Hükümetine verilen geçici 3 milyon pound civarındaki borç üzerine Londra borsasında 1824 ve 1825 yıllarında hisse senetleri çıkarılmıştı. 1827’de karada Türk ordusu ayaklanmayı bastırdığında hisseler düşme yaşadı ve Kraliyet Donanması Rusları ve Fransızları yanına alarak savaş ilan etmeden Pilos/Navarin’de demirli bulunan Osmanlı- Mısır karma deniz filosunu yaktı. İyon Denizinde Osmanlı deniz gücü varlığı artık büyük yara almıştı. Navarin baskını sonrası Yunan hisseleri 1830’da tavan yaparak İngiltere’de yeni zenginler türedi. Mora’da başlayan isyan kuzeye yayıldı ve büyük Türk katliamları yaşandı. Bu süreçte Ege’de Kiklat Adaları kaybedilmiş, adaları geri alacak ve koruyacak donanma olmadığından 15. Yüzyılda başlayan mutlak Türk egemenliği adalar cephesinde ilk darbesini almıştı. Yunanistan’a kurulduğu yıllarda milli gelirinin 0’si civarında borç verilmesinin sebebi buydu. Verilen borcun da sadece İngiltere’den her çeşit silah, cephane ve üniforma satın almak için kullanıldığını ekleyelim. Yunanistan bu finansal kaynağı Pan Helenizm, Ortodoks Hıristiyanlık inancı ve Türk düşmanlığı ile şekillenen milli yüksek stratejik hedefi olan Megali İdea (Büyük Fikir) çerçevesinde kullandı ve 1830’dan günümüze kadar devam eden kumarda kazanılmış vekil bir devlet olarak emperyalizme hizmet etti. Sürekli topraklarını genişletti. Diğer yandan borçlanma, Yunan devletinin genetik koduna işlendi; Yunan bağımsızlığı, borsada ülke kurma geleneğinin ilk denemesi oldu. Yunanistan’ın 20. yüzyılda NATO üyeliği ve ABD üsleriyle, 21. yüzyılda AB’nin mali vesayetiyle bu bağımlılık zinciri hiç kırılmadı. 2010’daki Yunanistan borç krizi, sadece ekonomik bir çöküş değil, devletin “borsa kaynaklı kurulumunun” tarihsel sürekliliğiydi. O yıllarda AB ve özellikle Almanya tarafından aşağılanan Yunanistan, rotasını 2019 sonrası ABD vassalı olarak devam ettirdi. Dedeağaç ve Girit Suda üsleri dışında pek çok üssünü, silahsız statüdeki adaları dahi ABD askeri gücünün kullanımına açtı. Bu süreçte Türkiye’nin Mavi Vatan çıkarlarını korumasını büyük bir tehdit olarak kullanarak İsrail ile askeri iş birliği dahil her alanda ittifak kurdular. Bugün Gazze’deki soykırımı bile eleştirmeyen bir hükümete sahipler.
Yunandan 148 yıl sonra borsada yani kapitalizmin bataklığında kurulan diğer ülke İsrail’dir. İsrail’in devlet olarak ilanı 1948’dir, ancak devletleşme süreci 19. yüzyıl sonlarında ikinci sanayi devriminden sonra başlamıştır. Petrolün stratejik öneminin ortaya çıkması, Hint yolunu kısaltan Süveyş Kanalının açılması, İngiliz ve Alman donanmalarının kömürden petrole geçmeye başlaması, Almanya’nın kıtadan denize çıkması ve genişleme içine girmesi ancak en önemlisi Berlin Bağdat Hicaz demiryolu projesiyle (tıpkı bugünün Çin Kuşak ve Yol Projesi gibi) enerjiye erişimde İngiltere’ye rakip olması İsrail’in kurulmasına, gerek kapitalist gerekse jeopolitik perspektifte katkı sağladı. Petrol, yalnızca enerji değil aynı zamanda finansal egemenlik aracına dönüştü. Kapitalizmin en büyükleri Rothschild ve Rockefeller gibi aileler 19. yüzyıl sonundan itibaren, petrol ve banka sermayesini tek bir eksende birleştirdiler. Böylece, sonuçları bugüne kadar katlanarak gelen “doğal kaynak-finans-siyaset” üçgeninin temelleri atılmış oldu. Savaş gemisi yani Kraliyet Donanması Britanya hakimiyetinin esası idi. Petrolün savaş gemilerinde kullanımına geçilmesi jeopolitiği değiştirecek bir gelişmeydi. 1912’de Churchill şöyle diyordu: “Britanya donanmasının kaderi, petrolün damlalarına bağlıdır.” İngiltere, petrol tedarikini güvence altına almak için 1914’te Anglo-Persian Oil Company’nin (bugünkü BP) Q hissesini devlet adına satın aldı. Böylece İran petrolleri, doğrudan Kraliyet Donanması’nın stratejik yakıt kaynağı haline geldi. Almanya’nın Berlin–Bağdat hattı ile Orta Doğu’ya yönelmesi ve İngiltere’nin İran’a yerleşmesi, I. Dünya Savaşı öncesi dönemin enerji-jeopolitik zeminini oluşturdu. Diğer yandan Siyonizm’in kurumsal biçimde doğduğu yıllarda (1897 Basel Kongresi), bu sermaye yapıları Londra ve Viyana merkezli olarak dünya finansını yönlendiriyordu. Theodor Herzl’in 1896’da yazdığı Der Judenstaat (Yahudi Devleti), bir yandan Avrupa’daki antisemitizme tepkiydi ama diğer yandan emperyal stratejik bağlamdan bağımsız değildi. İngiltere, özellikle 1900’lerden itibaren Filistin’de bir Yahudi yerleşimini Osmanlı’nın çöküşü sonrası petrol koridorunu kontrol etme aracı olarak görmeye başladı. 1916 Sykes–Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarının enerji hatları üzerinden parçalanmasını öngören bir projeydi. Bu paylaşımda amaç, Ortadoğu’yu etnik ya da dini gerekçelerle değil, petrol ve deniz yollarının kontrolü üzerinden yeniden düzenlemekti. Ardından gelen 1917 Balfour Deklarasyonu, bu uzun sürecin ürünüdür. Bu deklarasyon İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un Yahudi sermaye devi Rothschild’e yazdığı mektupta belirttiği üzere yalnızca dini ya da insani değil arka planda petrol ve Süveyş merkezli imparatorluk stratejisinin bir parçasıydı. Kısacası Filistin’deki devlet Yahudi halkı için bir “yurt” vaadinden çok, İngiliz sermaye hegemonyasının finansal mühendislik belgesi, aynı zamanda City of London’ın enerji temelli yatırım planının parçasıdır. Siyonizm, bu noktada ideolojik bir hareketten çok, İngiliz imparatorluk kapitalizminin ve Londra Borsasının özel şirketidir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya hegemonu Londra’dan Washington’a değişti. İsrail’in koruyuculuğu görevi onu kuran İngiltere’den Truman dönemi ile ABD’ye geçti. Birinci Dünya Savaşı İsrail’in tohumlarının Filistin topraklarına atılmasının başlangıcıysa İkinci Dünya Savaşı da tohumun meyve vermesiydi. 1948’de İsrail’in Avrupa kökenli Eşkenaz Yahudileri tarafından laik bir devlet olarak kuruluşu, yalnızca bir ulusal kurtuluş hareketi değil, enerji ve finans hakimiyetinin Anglo Sakson dünyada kansız el değişimidir. ABD Başkanı Harry S. Truman’ın önceki Başkan Roosevelt aksine 1945 sonrası İsrail’i tanıma ve destekleme kararı, tamamen petrol ve Batı Asya kontrolü ekseninde şekillenmiştir. ABD, 1948 sonrası Süveyş’ten Basra Körfezi’ne uzanan enerji damarının “kilit taşı” olarak İsrail’i tasarladı. Rothschild sermayesinin yerini Exxon, Standard Oil, Chase Manhattan ve Federal Reserve bağlantılı ağlar aldı. Böylece İsrail, tıpkı 19. yüzyılda Yunanistan’ın Londra bankerleriyle kurulduğu gibi, Washington’un “jeopolitik borsasında şekillenmiş” bir devlete dönüştü. İsrail, 1948 sonrası ABD jeopolitiğinin Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki en........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein