İmparatorlukları batıran kanser: Borçlanma

Cem Gürdeniz yazdı…

Tarihte çökmeyen imparatorluk olmadı. Çöküşlerinde en önemli sebep zaferin ve refahın yarattığı aşırı güven oldu. İmparatorlukların çöküşü çoğu zaman savaş alanında yenildikleri anda değil, borçlandıklarında başlıyor. Zaferler, “bizi artık kimse durduramaz” yanılsaması yaratıyor. Tam da bu psikoloji, çöküşün ilk adımı oluyor. Rusları 20. yüzyıl başında batı Pasifik’te yenen Japon Amiral Togo şöyle diyordu: ‘’Tanrılar tek bir zaferden sonra durumlarından memnun kalıp istirahate çekilenlere zaferin tacını vermezler. Zaferin tacını onlara barış zamanında yoğun eğitim yapanlar verirler ki, bunlar savaş başlamadan çok daha önce zaferi kazanmışlardır. Yaşlı bir bilgenin söylediği gibi zaferden sonra miğferlerinizin bağlarını sıkılaştırın.’’ Başlangıçta üst üste kazanılan zaferler sonucu büyüyen imparatorluk yanında refahı getirir. Refahın getirdiği rehavet ve güç sarhoşluğu, yöneticileri en stratejik hataların içine çeker. Devlet aklını ayakta tutan eleştirel zihin yerini övgüye, gerçekçilik yerini hayalci yayılmacılığa bırakır. İmparatorluk kapasitesinin ötesinde büyüdükçe, savunması imkânsız hale gelen geniş coğrafyalar, artan maliyetler ve iç çekişmeler ortaya çıkar. Liyakat zayıflar, disiplin gevşer, karar alma mekanizmaları körleşir. Güç büyüdükçe tehdit de büyür, imparatorluk genişledikçe karşı koalisyon oluşur. Dostlar azalır, çıkar grupları çözülür, fakat düşmanlar hızla çoğalır. Son aşamada, yanlış savaşlar, gereksiz riskler ve kötü yönetim imparatorluğu zayıflatır. Savaşlar devasa maliyet üretir ve devlet borçlanmaya başlar. Böylece borç-faiz-enflasyon sarmalı kontrolden çıkar. Bu durum devalüasyonu, devalüasyon daha çok borcu yaratır. Sonunda mali sistem dağılır, para çöker ve imparatorluk kendini finanse edemez duruma düşer. Artık imparatorluğun çöküşü kaçınılmazdır. Böylece çöküş, dışarıdan gelen bir darbeyle değil, içeride biriken hataların ağırlığıyla gerçekleşir.

İmparatorluklar genişledikçe ekonomik düzen dayatırlar. Onların ürettiği mallar ve hizmetler sömürgelerinde, etki ve ilgi alanlarında yüksek kazançlarla dolaşıma sokulur. Onların para birimi kıtasal ve hatta küresel ticaretin ana rezerv parasına dönüşür. Söz konusu paranın değerinin düşmesi imparatorlukların düşmesi ile aynı paralelde gerçekleşir. Her ne kadar parasal hegemonya hiçbir zaman askerî, teknolojik, demografik ve kurumsal gücün yerini alamasa da imparatorluğun çöküşünü geciktirir. Zira bir anda çöküşe geçmez. Zaman içinde yayılır. Roma ve sonrasında imparatorlukların güçlü paralarının akan yıllar içinde borçlanma üzerinden zayıflaması, gümüş ile altının değerini düşürmesi ile başladı. Rezerv ya da hegemonik para biriminin değerinin azalması imparatorlukların çöküşünü ertelerken aşırı yayılmayı, ekonomik çürüme ve borç krizini durduramaz. Roma’da denarius, İspanya’da Real, İngiltere’de sterlin ve ABD’de dolar, kendi dönemlerinin küresel para standardıydı; ancak imparatorluklar aşırı yayılma, mali tükenme, üretim gücünün erozyonu ve iç politik-askerî krizler nedeniyle çöktü. Söz konusu imparatorluklarda gümüş ve altına bağlı paranın değerinin düşürülmesi üç temel yöntemle gerçekleşti. Roma’da olduğu gibi içerik azaltılarak paranın içindeki kıymetli maden oranı düşürüldü. İspanya örneğinde olduğu gibi kıymetli madenin aşırı arzı kendi kendine değer kaybına yol açtı. İngiltere ve ABD örneklerinde ise altın standardı koparıldı ve para altın karşılığı garantiden çıkarılarak kâğıt para sistemine geçildi. Ortak sonuç para birimlerinin gerçek değerini kaybetmesi, enflasyonun yükselmesi, imparatorluk maliyetlerinin karşılanamaz hale gelmesi ve hegemonya yapısının çökmesidir.

Roma, sınırları büyüdükçe ordunun masrafları arttı, üretim köle emeğine bağımlı kaldı ve devlet giderleri karşılanamaz hale gelince gümüş sikke denarius’un içindeki gümüşü sistematik biçimde azalttı ve çöküş hızlandı. Roma İmparatorluğu’nu zayıflatan savaşlara bakıldığında MÖ 264 ile MÖ 146 arasında denizci Kartaca’ya karşı yürütülen Pön savaşlarının kazanılmasına rağmen bu dönem Roma’nın mali yapısında devasa borçlanma nedeniyle kalıcı tahribat yarattı. Ayrıca toprak aristokrasisinin güçlenmesi iç dengeleri bozdu. MÖ 58 ve 50 yılları arasında gerçekleşen Galya Savaşları, Julius Sezar’ın kişisel güç kazanımını artırarak iç savaşları tetikledi ve ganimetlerin yetmemesi borçlanmayı artırdı, zenginlerden “foenus bellicum” denen savaş kredileri aldı. Ancak buna rağmen Sezar döneminde sikkelerde gümüş oranı idi. Sezar ile Pompeius arasındaki iç savaş cumhuriyeti zayıflattı ve asker maaşlarının karşılanması için zorunlu borç toplandı. MS 235-285 arasında gerçekleşen Üçüncü Yüzyıl Krizi döneminde Got, Pers, Vandal ve Germen akınları Roma’yı sürekli seferberlik içinde bıraktı. İmparatorlar senatörlerden ve eyalet elitlerinden yüksek faizli borç almak zorunda kaldılar ve ödeme güçlüğü nedeniyle bazı borçları mal ve tahıl ile ödediler. Aynı anda üç cephede savaşan imparatorlukta para birimi denarius çöktü, enflasyon yükseldi ve ekonomik sistem dağıldı. Roma gümüş oranını düşürerek, zaman kazanmaya çalıştı. Bu yıllarda sikkelerdeki gümüş oranı %2’nin altına düşmüştü. Bu parasal bozulma enflasyonu patlattı, askerler artık maaşlarını mal ve toprak olarak talep etmeye başladı ve imparatorluk ekonomik gücünü kaybetti ve MS 395’te ikiye bölündü. 476’da sona erdi.

Habsburg/İspanya İmparatorluğu 16. yüzyılda yeni keşfedilen ve sömürgeleşen Amerika’dan gelen devasa gümüş ve altın akışıyla kısa vadeli zenginlik yaşadı. 1500 ile 1650 arasında Avrupa’ya akan gümüşün yaklaşık yüzde 80’i İspanya kontrolündeydi. İnka ve Aztek medeniyetlerini yağmalayarak 100 ton üzerinde altın ile Bolivya ve Arjantin’den 17. yüzyıla kadar 1800 ton gümüş getirildi. 16. yüzyılda İspanyol Real’i dünyanın rezerv parası haline geldi. Bu bolluk kısa vadede İspanya’yı zenginleştirdi ancak Avrupa genelinde gümüşün değerinin düşmesine ve fiyatların yükselmesine yol açtı. Bu durum “İspanyol Fiyat Devrimi” olarak bilinen geniş çaplı enflasyonu tetikledi. Gümüş akışı reel sektöre değil saray lüksüne ve ardı arkası gelmeyen savaşlara gitti. İspanya üretim ekonomisini geliştirmediği için rant düzenine gömüldü ve ithalat bağımlısı oldu. Gümüşün aşırı arzı Real alım gücünü çökertti. Diğer yandan sonu gelmeyen savaşlar İspanya İmparatorluğu’nu zayıflattı. Önce 1494-1559 arasında tarihte İtalya Savaşları olarak bilinen İspanya Habsburg ile Fransız Valois hanedanları savaşı sürdürülürken aynı anda Osmanlı İmparatorluğu ile Akdeniz’de deniz mücadelesi, Atlantik’te İngilizler ile korsanlık mücadelesi ve yeni dünyada sömürge tesisi için masraflar artıyordu. Diğer yandan 1517’de Luther’in deklarasyonu sonrası Protestanlığın yükselmesi nedeniyle Alman prenslikleri ve Hollanda ile gerilim başladı. İspanya’da savaş finansmanı neredeyse tamamen dış borçlanmaya dayanıyordu. Bu savaşlarda yüz milyarlarca Real karşılığı asiento borcu birikti. Cenovalı, Alman ve Hollandalı bankerlerden alınan “asiento” kredileri İspanya’nın temel finansal enstrümanıydı. İtalya Savaşları İspanya’yı mali, askerî ve siyasi olarak aşırı yordu. İspanya borçlarını ödemek için Hollanda’ya aşırı yüklendi. Bu yorgunluk ve aşırı vergi/baskı politikası Hollanda’da isyanı tetikledi. Bu nedenle İtalya Savaşları bitince 1568 yılında Westphalia Antlaşması’na kadar sürecek 80 Yıl Savaşları başladı. Hollanda İsyanı olarak da bilinen Seksen Yıl Savaşları boyunca borçlanma sürdü. 1588 yılında Manş Denizi’nde İngiliz Donanması’na yenilen İspanyol Yenilmez Armadası’nın inşası da borçlanma ile sağlanmıştı. Böylece 1596, 1607 ve 1627’deki iflaslar bu savaşların maliyetlerinin ve borçlanmanın bir sonucu olarak yaşandı. Hollanda’nın bağımsızlığı imparatorluğun vergi gelirlerini çökertti. Armada felaketi İspanya’nın askerî gücünü olduğu kadar mali kapasitesini de vurdu; donanma borçla inşa edilmişti ve yenilgi geri ödenemeyen krediler nedeniyle iflasa yol açtı. 1618’de Avrupa Protestan devletleri ile Katolik İspanya-Avusturya Habsburg cephesi arasında başlayan Otuz Yıl Savaşı’na müdahale yeni borç yükü getirdi ve İspanya’nın Avrupa’daki nüfuzu daraldı. Portekiz Bağımsızlık Savaşı ise İspanya’yı iki cephede savaşmaya zorladı ve sömürge gelirlerinde büyük kayıp yarattı. 1648 sonrası Saksonya ve Hollanda Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı ve karasal hegemonyayı Fransa’ya, denizdeki hegemonyayı Hollanda’ya devretme süreci başladı. Neticede 1700’den sonra başlayan (Fransa ve İspanya) Bourbon cephesi ile Avusturya, İngiltere, Hollanda ve müttefikleri arasındaki veraset savaşları 1713 yılında İspanya’nın yenilmesi sonucu Utrecht Anlaşması ile sonlandı. Artık Habsburglar ve İspanya büyük güç statüsünü kaybetmişti.

17. yüzyıl Hollanda’sı dünya ticaretinin, sigortacılığın ve finansın kalbiydi. Gulden küresel rezerv para, Amsterdam ise dünyanın Wall Street’i konumundaydı. Ancak İngiltere ile yapılan Üç Deniz Savaşı, ticaret filolarını tahrip etti; navlun gelirleri düşerken sigorta ve donanma masrafları yükseldi. Donanmanın korunması için şehir devletleri büyük ölçekli borçlanmaya yöneldi. Amsterdam piyasasında faizlerin yükselmesi mali yapıyı baskıladı. Ardından Fransa’nın 1672 saldırısı (“Felaket Yılı”) Hollanda’yı bir kara savaşı yüküyle ezdi. Art arda gelen savaşlar şehir devletleri arasında mali koordinasyonu bozdu ve borç........

© Veryansın TV