Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan uluslaşma ve ırkçılık-kavmiyetçiliğin sonucu olarak zuhur eden modern ulus devletlerin karşılaştıkları en büyük sorunlardan biri meşruiyet sorunuydu. Geleneksel olanda, gerek devlet gerekse devlete vaziyet eden devlet ricali, meşruiyetini (doğru-yanlış) kutsal olan aşkın varlık tanrıdan alır, kutsal metinlerin günün şartlarına göre yeniden yorumlanıp üretilmesi, meşruiyetin sürdürülebilir olmasını sağlardı.
Hıristiyan dünyasında kilise merkezli ruhbanlar, İslam Dünyasında ulema-ilmiye sınıfı kutsal metinlerden yola çıkarak, geleneksel devlet yapısını meşru bir zemine oturtur, örf ve gelenekte meşruiyet sağlamada önemli rol oynardı. Bu dönem, modernleşme ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik, ulusçuluk ve kurulan modern ulus devletlerle birlikte sona erdi. Kurulan modern ulus devletler artık meşruiyetini aşkın varlıktan, kutsal metinlerden değil de, ulusçuluktan, ırkçılıktan-milliyetçilikten sağlamaya çalıştılar. Fakat meşruiyet kaynağı olarak sadece bu da yeterli değildi.
Ulusçuluk-milliyetçilik-ırkçılık üzerine kurulan modern ulus devlet, ulusal bir kimlik oluşturmak için seküler temelli yeni kutsallar üretmek zorunda kaldı. Marş, bayrak, lider kültü, vatan, anayasa vb. üretilmiş kutsallarla varlığını meşru bir zemine oturtmaya çalıştı. Seküler temelli üretilen kutsallardan biri de şüphesiz “Vatan” kavramı oldu.
Sözlükte “yerleşmek, bir yeri yurt edinmek, kendini bir şeye alıştırmak” anlamındaki vatan kökünden türeyen vatan klasik sözlüklerde ve edebî metinlerde “kişinin doğduğu, yerleştiği, barındığı ve yaşadığı yer” manasına gelir. (Mustafa Çağrıcı, DİA, Vatan, cilt 42, sayfa 563)
Doğulan ve yaşanılan topraklara siyasi bağlılık ve sadakat anlamında kullanılan vatan kavramının Türk tarihinde yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu söylemekte bir beis yoktur. Kavramın ilk ortaya çıkışını, dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nu bir arada tutma çabasının bir izdüşümü olarak ifade etmek yanlış olmayacaktır. (Uğur Arslan, Vatana İhanet Kavramı ve Suçu, Necmeddin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 4, sayı 1, yıl 2021)
Sözlükteki anlamı ve geleneksel düşünce içerisinden bakıldığında, kutsallıktan, kutsiyetten uzak, yaşanılacak ve barınılacak yer, belde, coğrafya olarak anlam bulmaktadır. Bu anlamın, bugünkü siyasal, sosyal ve ideolojik içeriğiyle benzerliği görülmemektedir.
Vatan kavramının bugünkü içeriğe bürünmüş halinin, modernleşme ve uluslaşma, ardından kurulan ulus devletlere kadar Müslümanlık tasavvurunda yeri yoktur. Ta ki Osmanlı Devletinin resmi anlamda modernleşmeye geçiş dönemi sayılabilecek Tanzimat’a kadar. Tanzimat, devletin geleneksel paradigmasından vazgeçip, siyasi, askeri, iktisadi ve hukuki olarak Avrupalı olmak, Avrupa gibi olmak, Avrupa’ya benzemek arzusunun resmi olarak ilanı anlamına gelmektedir.
Modernleşmeye geçişle birlikte, Vatan kavramı da İslam dünyasında, daha önceleri Müslüman tasavvurunda yer alan vatan kavramından farklı bir içeriğe bürünmüş olarak ortaya çıktı. İslam dünyasına sirayet eden modernleşme, aynı zamanda Osmanlı Devletinin her yerden saldırıya uğradığı, topraklarının parçalandığı, birçok yerin işgal edildiği dönemdir. Artık bu dönemde ve daha sonraları, “vatan, vatanseverlik, vatanperurluk, vatan savunması, vatan muhabbeti, vatan aşkı” vb. kavramlar da ortaya çıkmıştır.
Vatan kavramı, üretilen diğer kavramlarla birlikte siyaset, edebiyat, iktisat, ahlak, iman, din, muhabbet, aşk, fedakârlık, can verme, şehitlik olarak bütün alanlarda geniş yer tutmuştur. Özellikle edebiyat alanında ve dini literatürde, dağılıp parçalanmakta olan ülkeyi, parçalanmaktan, dağılmaktan kurtarmak için motive edici önemli bir enerji kaynağı olarak kullanılmıştır.
Müslüman tasavvurunda “Darül Harp ve Darül İslam” olarak ikiye ayrılan yeryüzü, modernleşme, uluslaşma ve nihayetinde modern ulus devletlerin zuhuruyla birlikte unutulmuştur. Geleneksel ve örfi olarak “Memalik-i Şahane”, “Memalik-i Mahrûse-i Şahane”, “Memalik-i Osmani”, “Memalik-i İslami”, “Darül İslam” olarak anılan beldeler yerini, belli sınırları olan “Vatan” kavramına bırakmıştır.
Yeryüzünde belli sınırlar içerisinde bir ulusa “mekân” olarak tanımlanan vatan, felsefi olarak, meşruiyetini milliyetçilik-ulusçuluk ideolojisinden alırken, dini olarak meşruiyeti de, “Hubbül vatan minel iman – Vatan sevgisi imandandır” hadisine dayandırılır. Dönemin İslamcı kesimi tarafından sıklıkla makale başlığı olarak kullanılan hadis, vatan sevgisinin imanla bağını sağlamaya çalışmıştır. (Ahmed Şirani, Hubbu’l Vatan Mine’l-İman, Beyanülhak, cilt V, sayı 130, tarih 26 Eylül 1327; Hubb-u Vatan, Müt.: B.Ç, Mecmua-i Ebüzziya, cilt I, sayı 11, tarih 15 Safer 1298; Faruki Ömer, Hubb-i Vatan, Volkan, cilt I, sayı 21, tarih 2 Kânunusani 1324; Kayazade Reşad, Hubbü’l-Vatan Mine’l-İman, Hürriyet, sayı 1, tarih 29 Haziran 1868; Seyyid Mehmed İsmetullah, Hubbu’l-Vatan Mine’l-İman / el-Mirsâd, cilt I, sayı 10, tarih 29 Mayıs 1330)
Zikredilen hadisin zayıf veya mevzu olduğu kabul edilmesine rağmen, Müslüman toplumlarında vatandaşlık duygusu ve milliyetçilik ideolojisinin güçlendirilmesi için kullanıldığı görülmektedir. (DİA, aynı madde)
Ulemadan bazıları, iman ile vatan sevgisi arasında bir bağın olmadığını, rivayette yer alan vatan sevgisinin sadece mü’minlere özgü bir durum olması halinde kabul edilebileceğini; fakat bunun gayrimüslimler için asla bir iman alameti olamayacağını belirtmiştir. Ayrıca hadiste geçen “vatan” ifadesi ile “Cennet”, “Mekke” veya “Allah’a dönüş”ün kast edilmiş olabileceğini de söylemiştir. (Fetva.net, https://www.fetva.net/yazili-fetvalar/vatan-sevgisi-imandandir-sozu-hadis-midir-hadis-ise-sahih-midir.html)
Burada vatan algısı bakımından ilginç olan nokta şudur; gayrimüslimler askere alınmadan önce ordu “gaza”, “şehadet”, “din” uğruna savaşmak için motive edilmektedir. Gayrimüslimler de askere alınınca böyle bir motivasyon uygun olmayacağı için din dışında ortak bir motivasyon unsuru bulmak gerekmiştir. “Vatan uğruna savaşmak” bu sorunu kısmen çözmüştür. (Sezgi Durgun, Memalik-i Şahane’den Vatan’a, sayfa 97)
Vatan kavramının kutsallaşmasını ve milliyetçilik-ırkçılık bağlamında ideolojik mahiyete bürünmesinin ileriye dönük sakıncalarını ilk dönemde hissedenlerden birisi olarak Ahmed Cevdet Paşa söylenebilir. Cevdet Paşa, Bosna’yı ziyaret ettiğinde, Bosna birinci alayının sancağı hakkında Boşnakça yapılmış olan manzumenin tercümesinde görüleceği gibi,........