Siyasi Kırılmanın Argümanı Olarak “Hum” Zamiri

Osmanlı modernleşmesinin resmi olarak başlangıcını Tanzimat Fermanı’na götürürsek, siyasi olarak kırılmanın eşiğinin de I. Meşrutiyet olduğu söylenebilir. Zira Tanzimat’la birlikte resmi anlamda Osmanlı Devletinin paradigması değişmiştir. I. Meşrutiyetle birlikte ise siyasi, hukuki ve içtimai işleyiş klasik geleneksel yapısından koparak tipik bir Avrupa devleti olma yoluna girmiştir.

Meşrutiyet meclisli yapısı, yazılı anayasası, meclise mebusların seçimle girmesi, mebusların dini aidiyetine bakılmaksızın meşveret meclisi olarak kabul edilen meclise kabulü, siyasi alandaki en yüksek eşiğin aşılması anlamını taşımaktadır. Osmanlı siyasal sistemi büyük değişimler geçirmektedir. Meclis-i Mebusanın açılması ve anayasa olarak Kanun-i Esasinin ilanı, gelecek yüzyıllarda bir daha geri dönüşü olmayan yeni bir düzenin kurulmaya başlandığını göstermektedir.

İlginç olan şudur ki, dönemin siyasi erki, yönetimde söz sahibi olan ilmiye sınıfı, gelecek yüzyılları şekillendirecek olan bu değişimin, ileride nelere gebe olduğunu ön göremeden, Kanun-i Esasi ve Meclis-i Mebusan üzerine yapılan tartışmaları, gramer tartışmasına dönüştürmüş, bir zamir üzerinden meselenin şer’i olup olmadığına yoğunlaşmıştır.

Bilindiği üzere, İslamcı cenah olarak ifade edilen Genç Osmanlılar ve Batının her yönüyle taklit edilmesi gerektiğini savunan laikler, değişim ve dönüşümün siyasi alandan başlamasını, totaliter siyasi düzenin sona ermesini istemektedir. Bunun için de, meşrutiyetin ilan edilmesini, Kanun-i Esasinin yürürlüğe girmesini ve meclisin açılmasını talep etmektedir.

Sultanları değiştiren güç

Bu talepte bulunan yenilikçi kanat tarafından İmam-ı Sultani olarak bilinen Şeyhülislam Hayrullah Efendinin hal fetvasıyla Sultan Abdülaziz tahttan indirilip yerine V. Murat geçirilmişti. Ardından yine Hayrullah Efendinin hal fetvasıyla V. Murat’ın tahttan indirilip meşrutiyeti ilan edeceğini, Kanun-i Esasiyi hazırlayacağını ve meclisi açacağını taahhüt eden II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştı. Osmanlı siyasi idaresinde geri dönüşü olmayan bir eşiğin aşılması da işte bu tarihten itibaren gerçekleşti. Artık hiçbir şey asırlardır süregelen gibi olmayacaktır.

Kanun-i Esasinin hazırlanması ve Meclis-i Mebusanın açılmasına karar verilmesiyle birlikte, önemli tartışmalarda başladı. Osmanlının toplumsal yapısı, Tanzimat Fermanı ile birlikte değişmiş olsa da, şer’i ve örfi hukuka göre, gayrimüslimlerin Müslümanların meşveret meclisinde bulunması şer’an meşru kabul edilmiyordu. Dönemin siyasi erki ve ilmiye sınıfı, meşrutiyeti, Ali İmran Suresi 159. ayete dayanarak, meşveret kavramıyla tanımlamakta, meşrulaştırmaktaydı. Yani açılacak olan mecliste, meclise girecek olan mebuslar içinde, gayrimüslimlerde olacaktı. Ayette yer alan “Hum” – onlarla – zamirinin anlam alanı içine, gayrimüslimler de girer miydi? Gerek Kanun-i Esasinin hazırlanmasında, gerekse meclisin açılmasında, gereken şer’i meşruiyetin sağlanması, tamamen “Hum” – onlarla – zamirinin yorumu üzerine kilitlendi. Külli bir siyasi değişime gebe olan yeni düzenin esasından uzaklaşan tartışmalar, bir gramer tartışması olarak başladı ve devam etti.

“veşâvir-hum fî-l-emr”

Tartışmanın kilit noktasını oluşturan ifade, ayette yer alan “veşâvir-hum fî-l-emr” kısmıdır. “İşlerinde onlarla müşavere et” demek olan bu ifadeye getirilecek yorum, gerek Kanun-i Esasinin, gerekse parlamenter sistemin şer’an meşru olup olmadığını belirleyecektir. Bu durumda parlamenter sistemin nasıl çalışacağını belirleyecek olan Kanun-i Esasinin – anayasanın – hazırlanması sürecinde de büyük sıkıntılar yaşanacaktır. Meşrutiyet taraftarları iki sultanı tahtından etmiş, üçüncüyü tahta çıkarmıştır. Dolayısıyla dediklerini yapmakta ısrarcıdır.

Tahta çıkan II. Abdülhamid’in oluru ve Mithat Paşanın girişimleriyle Kanun-i Esasinin hazırlanması çalışmaları başlar. Kanun-i Esasi komisyonunun toplanmasıyla birlikte, meşrutiyet muhalifleri de itirazlarını yüksek sesle ifade ederler. En başta Cevdet Paşa,........

© Venhar Haber