Aile ve Hayat Okulunda Ahlak Nerede?

Ahlak dediğimiz şey aslında giriş kısmından da anlaşıldığı gibi insanla yaşıt bir davranış biçimi. Fakat İslam toplumunda, Hz. Muhammed’in (sav) de ahirete irtihalinden bugüne kadar geçen zamana bakınca modernizmin de etkisiyle birçok İslami kavramda olduğu gibi ahlak kavramı da anlam kaymasına maruz kalmış ve dinden koparılmaya çalışılmıştır. Ki içtimai hayatta bu kopuşu rahatlıkla görebiliyoruz. Ahlakın dinden koparıldığına daha uç bir örnek verecek olursak, zatın birisi; bana dindarlığını değil insanlığını göster, diyerek ikiz kardeş olan dini ve ahlakı birbirinden koparmıştır. Halbuki bizim insanlığımız tamamen dinimizden kaynaklanan ilkeli ve ahlakî bir yapıdır. Ve dinden bağımsız bir ahlak ve doktrin kuru bir kelime olmaktan öteye geçemez. Yaşam felsefemiz olan İslam insana baştan sona erdemli ve ahlakî bir duruşu emreder ve bunu başaran müsebbiplerini diğer insanlardan üstün tutar. Kur’an bu konuda bize baştan sona maruf olanı ve davranış ahlakını öğretir. Zaten bu yüzden eğer İslam bir okulsa Kur’an yani tevhit ilkesi bu okulun ana müfredatı diyoruz. Ki bu okulun ilk ve mutlak kurucusu Allah, uygulayıcısı ise rasullerdir.

Fakat gelinen süreçte yeryüzünün herhangi bir köşesinde güzel örnekler olsa da genel manada ne bireyler ne de toplumlar ahlaka/dine fıtrî bir yaşam biçimi olarak hak ettiği değeri/kıymeti veremediler/veremedik. Peki, bunun sebebi nedir? Aslında sebebin bileşenleri oldukça fazla. En başta ahlak dediğimiz kelime/kavram Kur’an’ın kendi ürettiği İslamî/dinî bir kavramdır. Ve patenti doğrudan Allah’a aittir. Uygulamasını ilk olarak bizzat Rasül ve nebilerin pratiğe aktardığı hayati bir kavramdır.

Hayatın koşuşturmaları içerisinde ahlaktan/dinden bağımsız hiçbir eylem yoktur. Lübnanlı ünlü düşünür Halil Cibran, “Ermiş” adlı kitabında toplumun her kesiminden insanı konuşturur. Ve din bahsine gelince: Sonra yaşlı bir din adamı söz aldı ve bize dinden söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: “Bugün ben dinden başka bir şeyden söz ettim mi ki.” diyerek dinin hayatın ta kendisi olduğunu çok güzel anlatır. Demek ki hayatın içerisinde dinin/ahlakın dışarısında kalmak beyhude bir çabadır ve hakikatin üstünü örtmektir. Çünkü ahlak hayatın her alanında kendisini iyi veya kötü yönde hissettirmiş, güzel ahlakın baskın olduğu dönemlerde huzur ve güven ortamı hüküm sürmüş. Ahlaksızlığın, kötü ahlakın baskın olduğu dönemlerde ise toplumsal yozlaşma, çöküş, karmaşa, bencillik, nemelazımcılık, talan ve ahlaki çürüme hüküm sürmüştür. Onun için yüce Allah elçiler göndererek insanlığı tekrar tekrar uyarmıştır.

Ahlak, kavram olarak Kur’an’da fazla kullanılmasa da Kur’an’ın tümü aslında ahlaktan bahseder. Bu manada anlam kaymasına uğrayan Kalem Suresi dördüncü ayeti kerimeye biraz yakından bakarsak; yüce Allah, Rasulüne: “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” Derken yani büyük bir dava, ulvi bir görev, tüm insanlığın kılavuzu, yaratılışa ve fıtrata uygun bir din/ahlak, insanlığın son sığınağı, nebevi/İbrahimî bir gelenek, üzerindesin şeklinde anlaşılması gerekirken, tersine peygamberin ahlakı olarak kabul görmüş. Bu düşüncemize ışık tutacak bir ayeti kerime de Şuara Suresinde geçmektedir. Orada kavminin Hud’a (as) verdiği cevap: Bu öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir. (Şuara:137) şeklindedir. Demek ki dinin ve ahlakın yaşanmış bir geleneği var. Yine bazı meallerde ve tefsirlerde hatta çoğunda Kalem Suresi 4. ayet hakkında müfessirler peygamberimizin ahlakını veya ahlaklılığını kastettiğini söylüyorlar ama hâlk (Yaratılış) ve hûlûk (ahlak) kelimelerinin kök (h-l-k) anlamını göz önüne alır. Surenin de siyak sibakına bakacak olursak ahlak kavramını İslam’la özdeşleştirmek daha doğru olur kanaatindeyiz.

Yine yukarıda vurguladığımız gibi Kalem Suresindeki bütünlüğü de göz önüne alırsak doğrudan Mekke’nin ileri gelen mele ve müşriklerine de bir cevap niteliğindedir ayeti kerime. Onların cinlenmiş, şair veya mecnun gibi mesnetsiz iddialarına karşı kulu ve Rasulü olan Hz. Muhammed’i (sav) yüceltmekle beraber onun seçilmişliğini ve yüce bir davanın, yüce bir ahlaki prensibin/disiplinin temsilcisi olduğu vurgulanmıştır ayette. Bu düşüncemiz çoğunluk tarafından kabul görmeyebilir, ancak bizim bu şekilde düşünmemiz Rasulün ahlakının Kur’an ahlakı olmadığını gösterir mi? Hayır, tam tersi bizim iddiamız da o zaten. Yüce bir ahlakın temsilcisi, öğreticisi olduğu için kendi ahlakını da o (vahiyden) kaynaktan beslenerek inşa ediyor, olgunlaştırıyor ve uygulamalı olarak ümmetine tebliğ ediyor Allah Rasulü. Yani peygamberimiz izzeti ve şerefi o yüce olan ahlaktan/Kur’an’dan ve muhatap olduğu vahiyden alıyor. Ve inandığı bir dinin/ahlakın tezahürü, açılımı olarak yansıyor hayata.

Aişe validemizden gelen bir rivayet de bunu doğrular aslında. Kısaca söylersek, Peygamberimizin ahlakını soran sahabeye; “Allah hayrınızı versin siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an’dı.” diyerek. Hz. Nebinin (sav) ahlakının ne üzerine olduğunu tanımlamıştır. Bir diğer hadiste de “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” şeklinde geçmektedir.........

© Venhar Haber